Sosyal medyada kadın cinayetlerine karşı dijital aktivizm 

Özel haber: Kadın cinayeti mağdurlarının yakınları ve hak savunucuları, sosyal medyayı adalet arayışında alternatif bir platform olarak kullanıyor. Avukat Marziye Saraç ile medyanın dili ve dijital aktivizmi konuştuk.

Sosyal medya platformları, yalnızca haberlerin ve görsellerin paylaşıldığı bir mecra olmanın ötesine geçerek, özellikle son yıllarda kadın cinayetleri ile kadına yönelik şiddet olaylarında alternatif bir kanal olarak öne çıktı.

Uluslararası bazı raporlar, Türkiye’de adalet sistemine duyulan güvenin düşük olduğunu öne sürüyor. Dünya Adalet Projesi’nin (WJP) 2023 Hukukun Üstünlüğü Endeksi’nde Türkiye, 0,41 puanla 142 ülke arasında 117. sırada yer alıyor. 

Raporda değerlendirilen sekiz ana başlıktan biri olan “Hükümet Yetkilerine Getirilen Kısıtlamalar” kategorisinde Türkiye, 0,28 puanla 137. sırada yer alıyor. “Temel Haklar” kategorisinde ise 0,30 puanla 133. sırada.

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun verilerine göre, 2024 yılında Türkiye’de 394 kadın öldürüldü, 259 şüpheli ölüm gerçekleşti. Bu vakaların çoğunda, faillerin adalet önüne çıkarılmasındaki gecikmeler veya ceza indirimleri, toplumda adalet arayışının sosyal medyaya kaymasına neden oluyor. 

Dijitalleşme yeni kamusal alanlar getiriyor

Etkileşim Dergisi’nde yayımlanan Türkiye’deki Kadın Cinayetleri İçin Sosyal Medyada Adalet Arayışı isimli araştırmaya göre, dijital teknolojilerin ilerlemesiyle sosyal medya, adaletsizliğe uğrayan bireylerin seslerini duyurduğu, hikayelerini paylaştığı ve küresel destek aradığı bir alan haline geldi. 

Hashtag’ler, retweet’ler, internet memeleri ve etiketlemeler gibi dijital araçlar, bireylerin mesajlarını daha geniş kitlelere ulaştırmasını sağlıyor. İnternetin sunduğu bu sanal kamusal alan, yalnızca fiziksel mekanlarla sınırlı olmayan yeni bir ifade özgürlüğü alanı yaratıyor.

Kamusal alan kavramı da İnternet’in ortaya çıkmasıyla yeni bir boyut kazandı. Daha önce bu kavram fiziksel bir konumu ifade ederken, çağdaş tanım çok sayıda çevrimiçi ve çevrimdışı alanı kapsıyor. Yeni teknolojiler yalnızca paylaşılan sanal alanlar olarak değil, aynı zamanda sorunları ve ortak çıkarları paylaşmanın bir yolu olarak da tanımlanıyor.

Türkiye’de kadın cinayetlerine karşı dijital aktivizm

Türkiye’de sosyal medya, kadın cinayetlerine karşı toplumsal farkındalık yaratmada ve adalet arayışını desteklemede kritik bir rol oynuyor. #MelekİpekSerbestBırakılsın, #EmineBulut, #ÖzgecanAslan ve #DuyguDelenİçinAdalet gibi hashtag’ler, kadınlara yönelik şiddeti gündeme taşıyan önemli kampanyalara dönüştü. 

Hashtag’ler sosyal medyada  önemli bir rol oynaması “hashtag aktivizmi” olarak adlandırılıyor. Twitter kullanıcıları, anahtar kelimeleri işaretlemek için “#” sembolünü kullanarak, belirli kelimeleri sosyal ağda belirli bir sınıflandırma biçiminde paylaşıyor. Bu yaklaşım, kullanıcıların aynı hashtage sahip içerikleri takip etmesini sağlıyor.

Şu anda, sosyal medya kullanıcılarının yüzde 75’i günlük gönderilerine hashtag’ler ekliyor. Sosyal medya içeriğinin potansiyel viralliği göz önüne alındığında, hashtag’lerin çevrimiçi aktivizmin ayrılmaz bir parçası haline gelmesi ve daha hızlı ve daha etkili iletişimi mümkün kılması şaşırtıcı değil.

Türkiye’de sosyal medyadaki tepkilerin yönlendirdiği birçok cinayet davası örneği bulunuyor. Sosyal medyada gündeme gelen ve toplumsal tepkiye yol açan cinayetler, birçok kullanıcının hastaglar ve retweetlerle konuya verdiği destek sayesinde öne çıktı. Bunlardan biri de Şule Çet davasıydı.

Avukat Marziye Saraç

2N News’e konuşan Avukat Marziye Saraç, dijital aktivizm dosyalarında kamuoyu baskısının yaptığı yönlendirmeyi şöyle anlattı:

“Bu şekilde yürütülen kampanyaların sonucunda artan kamuoyu baskısı ile hukuki sürecin daha hızlı ve etkin şekilde ilerlediğine ilişkin uygulamada birçok örnek gördük. Örneğin Şule Çet dosyası, öncelikle intihar olarak ele alınan ve sanıklar Çağatay Aksu ve Berk Akand’ın ifadelerinin alınmasının ardından önce adli kontrol şartıyla serbest bırakıldıkları bir dosya iken; kamuoyunun baskısı ve dosyanın ilerlemesi ile sanıkların tutuklandıkları ve cezalandırıldıkları bir dosya oldu.”

Sosyal medya bir delil mi?

Sosyal medya paylaşımlarının ve yazışmalarının bir dava sürecinde delil olarak kullanılıp kullanılamayacağı, özellikle bu delillerin hukuki niteliği ve edinilme şekline bağlı. Av. Saraç, bu konuda sosyal medyanın belge niteliği taşıdığına dikkat çekerek şunları ifade ediyor: “Sosyal medya paylaşımları, elektronik ortamda gerçekleştirildiği için hukuki niteliği itibarıyla belge olarak kabul edilir ve takdiri delil olarak değerlendirilir. Ancak, bu tür deliller tek başına yeterli görülmez; diğer delillerle birlikte hakimin takdir yetkisi çerçevesinde ele alınır. Takdiri delillerin değerlendirilmesinde, içeriğin doğruluğu, sahtecilik ihtimali ve elde edilme şekli kritik öneme sahiptir.”

Av. Saraç, sosyal medyadan elde edilen delillerin kesin delil olarak kabul edilmediğini, bunun temel sebebinin ise içeriğin manipüle edilebilirliği olduğunu vurguluyor. Ekleme, çıkarma veya sahte delil oluşturma gibi ihtimaller, bu tür verilerin güvenilirliğini azaltıyor. 

Ancak Av. Saraç, delilin geçerliliğini sağlamak için bazı hukuki yolların kullanılabileceğini belirtiyor: “Karakolda veya savcılıkta mesaj tespit tutanağı düzenlenebilir ya da Türkiye Noterler Birliği Bilişim Sistemi aracılığıyla internet ortamındaki verinin tespiti işlemi (e-tespit) yapılabilir. Ayrıca, sosyal medya paylaşımlarının ve yazışmalarının ekran görüntüleri ya da fiziki çıktıları, tanık ifadeleri ve diğer delillerle birlikte değerlendirildiğinde hükme esas alınabilir.”

Öte yandan, Av. Saraç, delillerin hukuka uygun şekilde elde edilmesinin önemine dikkat çekiyor. Hukuka aykırı yollarla elde edilen delillerin mahkeme tarafından dikkate alınamayacağını ve bu durumun cezai sorumluluğa yol açabileceğini ifade ederek şu uyarıda bulunuyor: “Eğer delil hukuka uygun olarak elde edilmemişse, yargılamada ileri sürülmesi mümkün değildir. Bu tür delillerin kullanılması, yasal olmayan yöntemlerin cezai yaptırımları da beraberinde getirebilir.”

Kadın cinayetlerinde medyanın dili

Kadın cinayetlerinin yayılmasında medyanın kullandığı dilin büyük bir rolü bulunuyor. Bu konunun sosyolojik bir boyut taşıdığını vurgulayan Av. Saraç, mağdur ve failin haberlerdeki işlenişine dair yanlışları şöyle ifade ediyor: “Bir toplumun kadına şiddet olgusuna nasıl yaklaştığını ve bu konuyu nasıl şekillendirmek istediğini anlamak için en iyi araçlardan biri, o ülkedeki haberlerin medyadaki yansımalarını incelemektir. Ancak ülkemiz medyasını bu bağlamda değerlendirdiğimizde, sıklıkla kadın cinayetlerini meşrulaştıran bir dilin kullanıldığını görüyoruz. Haberlerde mağdurun adı, fotoğrafı veya şiddet anına dair görüntüler detaylı şekilde verilirken failin isminin genellikle gizlendiğini ve faili aklamaya yönelik ifadelerin tercih edildiğini gözlemlemekteyiz.”

Saraç, kadın cinayetlerinin haberleştirilme biçiminin cinayeti gerekçelendiren veya şiddeti normalleştiren bir alt metin taşıdığına dikkat çekiyor. Örneğin, Pınar Gültekin’in öldürülmesiyle ilgili bir haberin, failin ifadesine dayandırılarak olayın detaylarına fazlasıyla yer verdiğini, bunun da hem şiddeti sıradanlaştırma hem de benzer niyetlere sahip kişiler için bir rehber oluşturma riski taşıdığını belirtiyor. Haberin dili failin bahanelerini öne çıkarıyor ve okuyucuyu bu yönde yönlendiriyor.

Bu tür habercilik anlayışının, toplumsal farkındalık yaratmak yerine şiddeti olağanlaştırabileceğine işaret eden Av. Saraç, Film Mor‘un bu konuda hazırladığı kılavuza dikkat çekiyor. Kılavuza göre, kadın cinayetleri sıradan bir adli vaka gibi ele alınmamalı, toplumsal ve siyasal bir mesele olarak değerlendirilerek haberlerde öncelikli bir yer almalı.

Haber yazımında, “cinnet, kıskançlık, erkeklik” gibi klişe ifadelerden kaçınılması, sansasyonel ve melodramatik bir dilin kullanılmaması gerekiyor. Ayrıca, mağdurun kimliği yerine failin adı ve kimliğinin açıkça belirtilmesi, failin ifadelerine dayalı bir haber dilinden uzak durularak cinayeti meşrulaştıracak alt metinlerin önüne geçilmesi gerektiği ifade ediliyor.

Kadın cinayetlerini haberleştirirken, olayın detayları ya da cinselliğe dair imalar gibi unsurların okuyucuya sunulmaması, failin mesleği, yasam tarzı, sosyal ilişkileri veya davranışları, cinayet nedenini basit olgu ve durumlarla açıklayacak veya “meşrulaştıracak” biçimde, kolaycı bir üslupla verilmemesi gerektiği kılavuzda vurgulanan diğer önemli noktalar arasında yer alıyor.

Adalet sistemine güvenin azalması 

Türkiye’de adalet sistemine olan güvenin düşüklüğü, hak arayışında sosyal medyayı daha kritik bir noktaya taşımış durumda. Konda’nın İnsan Hakları Derneği için gerçekleştirdiği “Cezaevleri ve Mahkumlar Algı Anketi”ne göre, katılımcıların yalnızca yüzde 31’i adalet sistemine güvendiğini ifade ediyor. 

Av. Saraç, adalet sistemindeki sorunların özellikle kadın cinayetleri ile mücadelede etkisiz bir tablo ortaya çıkardığını vurguluyor: “Kadın cinayetlerine ilişkin yasaların yetersizliği, uygulama eksiklikleri, yargı süreçlerinin uzunluğu ve bürokratik engeller, etkin bir mücadeleyi zorlaştırmaktadır. Ayrıca, toplumsal bakış açısındaki sorunlar da bu mücadeleyi daha karmaşık hale getirmektedir.”

Av. Saraç, bu nedenlerle sosyal medyanın bir protesto ve farkındalık yaratma aracı olarak kadın hareketlerinin önemli bir bileşeni haline geldiğini belirtiyor. Sosyal medya kampanyalarının temel amacı, mağduriyetleri görünür kılmak, suçların cezasız kalmasını engellemek ve toplumsal farkındalık yaratarak yetkilileri harekete geçmeye zorlamak olduğunu söylüyor.

Sosyal medyanın bir araç olarak sınırlılıklarına da dikkat çeken Av. Saraç “Bu kampanyalar, adaletin ancak sosyal medyada görünür olma yoluyla sağlanabileceğine ilişkin inancı besleme, kamuoyunun beklentisine göre hareket etme baskısı, yargının kendi içindeki istikrarı konusunda soru işaretleri yaratması ve masumiyet karinesinin ihlali gibi sebeplerle bağımsız yargının işleyişine zarar verebilir.” ifadelerini kullanıyor.

Sosyal medya, adalet arayışında etkili bir araç olarak öne çıkarken, uzun vadede adalet sisteminin işleyişine dair önemli soru işaretlerini de beraberinde getiriyor. Av. Saraç, yürütülen kampanyaların mevcut durumda önemli bir kazanım olduğunu kabul etmekle birlikte, adaletin sağlanması için asıl hedefin kamuoyu baskısına ihtiyaç duymadan yargılamaların etkin, doğru ve makul sürede tamamlanması olduğunu vurguluyor.

Kaynak: 2N News, Etkileşim Dergisi, Özgürlük Araştırmaları Derneği, Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu