Astronomlar, yıldız depremlerinden gelen titreşimleri inceleyerek dev yıldızların yaşamında daha önce bilinmeyen bir evre keşfetti.
Astronomlar, yıldız depremlerinden gelen titreşimleri inceleyerek dev yıldızların yaşamında daha önce bilinmeyen bir evre keşfetti.
Gökbilimciler, yıldızların içindeki dev gaz patlamalarının yarattığı titreşimleri inceleyerek, yıldızların geçmişine ve iç yapısına dair daha önce fark edilmeyen bir detayı gün yüzüne çıkardı. “Yıldız depremleri” olarak adlandırılan bu titreşimler, tıpkı Dünya’daki depremler gibi gök cisimlerinin iç yapısını anlamamıza yardımcı oluyor. Bu yeni keşif, gökyüzündeki yıldızların nasıl yaşlandığını ve hatta Samanyolu Galaksisi’nin nasıl oluştuğunu daha net anlamamızı sağlayabilir.
The Australian National University’den astronom Claudia Reyes önderliğinde yürütülen ve Nature dergisinde yayınlanan yeni araştırma, Dünya’dan yaklaşık 3 bin ışık yılı uzaklıkta bulunan M67 adlı yıldız kümesinde yapıldı. Bu kümeye ait dev yıldızlar, yaşamlarının geç evrelerinde bulunuyor. Bilim insanları, NASA’nın Kepler uzay teleskobunun K2 görevi kapsamında topladığı verileri kullanarak bu yıldızların “titreşimlerini” analiz etti.
Yıldızlar, tıpkı kaynayan bir su tenceresi gibi, yüzeylerinde kabarcıklar oluşturan sıcak gazlarla dolu. Bu kabarcıklar patladığında, tüm yıldız boyunca yayılan dalgalar oluşturuyor. Bu dalgalar, yıldızın belirli frekanslarda titreşmesine neden oluyor. Bu titreşimleri doğrudan duyamayız ama yıldızın parlaklığındaki küçük değişimleri ölçerek bu frekansları anlayabiliriz. İşte bilim insanları bu titreşimleri bir “melodi” gibi değerlendiriyor.
Her yıldızın titreşimleri, onun iç yapısına ve yaşına dair bilgi veriyor. Küçük yıldızlar daha ince ve hızlı “sesler” çıkarırken, büyük yıldızlar daha derin ve yavaş titreşimler yayıyor. Bu titreşimler, yıldızın çekirdeğindeki enerji üretimi ve yapısıyla doğrudan ilgili.
Yıldızın sesi bir yerde “takıldı”
Araştırmacılar, “küçük aralıklar” adı verilen belli başlı frekans gruplarına odaklandı. Genç yıldızlarda bu frekanslar, çekirdekte ne kadar hidrojen kaldığını gösteriyor. Yaşlı yıldızlarda ise çekirdek artık hidrojen üretmiyor, fakat çekirdeğin çevresindeki kabukta hidrojen yanması devam ediyor.
Araştırma ekibi, M67 kümesindeki dev yıldızları incelerken bu küçük aralıkların zamanla arttığını ve azaldığını fark etti. Ancak ilginç bir şekilde, belirli bir evrede bu frekanslar durdu, yani “dondu.” Bu, sanki bir müzik plağının aynı notada takılıp kalmasına benziyordu.
Bu olay, yıldızın dış katmanlarının, yani “kaynama” etkisinin olduğu bölgenin, kütlenin yüzde 80’ine ulaştığı anda gerçekleşiyor. Bu derin dış katman, yıldızın oldukça hassas bir bölgesine ulaştığında, ses dalgalarının geçtiği yolları değiştiriyor. Böylece, titreşim frekansları da sabitleniyor. Bu durum, yıldızın içindeki sesin hızla değiştiği bir sınırın etkisinden kaynaklanıyor.
Bu keşif sayesinde, astronomlar artık yıldızların bu özel evresini daha kolay tanımlayabilecek. Aynı zamanda yıldızların yaşını daha doğru hesaplamak da mümkün hale geliyor. Çünkü bu “takılma noktası”, yıldızın hem kütlesine hem de kimyasal bileşimine bağlı olarak belirli bir frekansta ortaya çıkıyor.
Yıldızlar, adeta birer fosil gibi, doğdukları ortamın izlerini taşıyor. Onları inceleyerek, Samanyolu Galaksisi’nin geçmişini daha ayrıntılı biçimde ortaya koymak mümkün. Çünkü galaksimiz, zaman içinde birçok küçük galaksiyle birleşerek büyüdü. Bu süreçte oluşan yıldızlar, farklı dönemlerde ve farklı bölgelerde doğdu.
Bu yeni yöntem sayesinde, gökyüzündeki pek çok yıldızın yaşını yeniden ve daha kesin biçimde belirlemek mümkün olacak. Ayrıca M67 gibi yıldız kümeleri, Güneş’in milyarlarca yıl sonra geçireceği değişimleri anlamak açısından da büyük önem taşıyor.
Kısacası, gökyüzünün sessizliğinde saklı olan yıldız melodileri, bilim insanlarına evrenin geçmişini anlatıyor. Biz de artık bu yıldız şarkılarını daha dikkatli dinlemeye başlıyoruz.
Kaynak: The Conversation