Suç içeriklerinin popülerliği: Merak mı yoksa kaçış mı?

Özel haber: Günümüzde film, dizi, podcast ve belgesellerde suç temalı içeriklerdeki seri katillerin hikâyeleri giderek daha fazla ilgi görüyor. Yönetmen Mutlu Kurnalı, akademisyen Prof. Dr. Aslı Tunalı ve avukat Songül Şanlan bu fenomenin farklı boyutlarını 2N News’e değerlendirdi.

Günümüzde suç içerikleri, özellikle dijital platformlar ve sosyal medya aracılığıyla daha önce hiç olmadığı kadar geniş kitlelere ulaşıyor. Suç hikayelerinin, özellikle de seri katillerle ilgili yapımların popülerleşmesi sadece bir eğlence trendi değil; aynı zamanda toplumsal, psikolojik ve hukuksal birçok sorunu beraberinde getiriyor. 

Son yıllarda dünyanın çeşitli yerlerinde seri katiller ve suç hikayeleri ile ilgili dizi, film ve podcast gibi yapımların popülerliğinin artışı dikkat çekiyor. Rusya’da National Research University Higher School of Economics (HSE)’de yapılan araştırmaya göre, suç içeriklerine olan ilginin temelinde büyük oranda bilişsel ve duygusal motivasyonlar yer alıyor. 

Suç hikayelerine olan ilgiyi neler besliyor?

Araştırmaya göre, suç içeriklerine olan ilginin temelinde büyük oranda bilişsel ve duygusal motivasyonlar yer alıyor. Bilişsel motivasyonlar, seri katillerin davranışlarının arkasındaki nedenleri anlama isteğiyle şekilleniyor. Seyirciler, çocukluk travmaları, psikolojik sorunlar ya da sosyokültürel etmenler gibi faktörlerin bireylerin suç işleme davranışını nasıl etkilediğini anlamaya çalışıyor. Bu da insanoğlunun temel bir merakı olan insan davranışını anlama ihtiyacıyla doğrudan ilişkili.

Diğer yandan, duygusal motivasyonlar ise, günlük hayatta eksik kalan yoğun duygusal deneyimleri yaşama arzusuna dayanıyor. Çalışma, suç içeriklerinin genç izleyicilere hem merak duygusunu besleyen hem de günlük hayatın tekdüzeliğini unutturan bir kaçış sunduğunu ortaya koyuyor.

Avukat Songül Şanlan bu konuda şu yorumu yapıyor: “Amerikalı seri katil Ted Bundy hakkında yapılan haberlerde ‘yakışıklı ve karizmatik ‘, ‘korkunç ama çok zeki’ şeklinde bahsedilerek ilgi çekici bir figür haline getiriliyor. Bunun üzerine seri katilin hayatını anlatan dizi, film ve tiyatrolar yapılıyor. Sosyal medyanın da etkisi ile bu içerikler oldukça ilgi çekiyor.”

Yönetmen Mutlu Kurnalı

Diğer yandan Misket, Word, Meslen ve On gibi kısa filmlerin yönetmenliğini yapan Mutlu Kurnalı, suç içeriklerinin cazibesinin yeni bir olgu olmadığını, insanın kötülüğe olan merakının tarih boyunca sürdüğünü vurguluyor. Ona göre, “Kötülük, iyiliğin eksikliği olarak görülürse, tıpkı bir resimdeki boşluk gibi dikkat çeker. Ahenkli bir düzenin içindeki kaosa bakmaktan kendimizi alıkoyamayız.” 

Ancak Kurnalı, özellikle günümüzde bu merakın kentleşmenin ve bireyselliğin ezildiği bir düzenin yarattığı gerilimle daha da arttığını belirtiyor: “Kent yaşamları ve üretim-tüketim düzenlerinden kaynaklanan bir tepki istenci var. İnsanlar, toplu taşımada ya da yaşadıkları konutlarda bireyselliklerinin sürekli ezildiğini hissediyor. Bu da suç hikayelerine olan ilgiyi artırıyor.”

Medyanın suç içeriklerindeki rolü

Medyanın suç hikayelerini şekillendirme şekli, toplumun adalet algısı üzerinde de etkili. Avukat Şanlan’a göre, “Medya içeriklerinin, hukuki yargılama sürecinin adaletin temel taşı olduğunu vurgulaması şart. Aksi takdirde, toplumsal adalet algısı zedelenebilir ve insanlar adaleti kendileri sağlama yoluna gidebilir.”

Avukat Şanlan bu konuda sosyal medyanın da rolüne dikkat çekerek şu değerlendirmeyi yapıyor:

“Sosyal medya, suç olaylarının yayılması ve kamuoyu oluşturulması açısından faydalı olabilirken, aynı zamanda masumiyet karinesinin ihlal edilmesine ve yanlış bilgi yayılmasına da zemin hazırlayabilir. Bu dengenin sağlanması medya üreticilerinin sorumluluğudur.”

Kurnalı ise bu noktada sanatsal bir örnek sunuyor: Haneke filmleri. Ona göre, bu tür yapımlar suçun doğasına dair derin düşünme fırsatı sunarken, sosyal medyanın hızlı tüketim kültürü bunu genellikle engelliyor. Avukat Şanlan da bu görüşe katılarak sosyal medyanın suç olaylarını hızla yaymasının hem avantajlarını hem de dezavantajlarını şöyle açıklıyor: “Sosyal medyada suçlar hızlıca duyulup kamuoyu oluşturulabilir. Ama aynı zamanda yalan haberler, adaletsizlik ve toplumsal güvensizlik de yayılabilir. Bu, insanın insana olan umudunu ciddi şekilde zedeler.”

Prof. Dr. Aslı Tunalı

İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden Prof. Dr. Aslı Tunalı, dijital platformların sadece eğlence sunmakla kalmayıp eski davaları yeniden kamuoyunun gündemine taşıyabildiğine dikkat çekiyor. Menendez Kardeşler vakası gibi örneklerde olduğu gibi, yıllar önce kapanmış davaların yeniden incelenmesi bu platformların etkisini gözler önüne seriyor. 

Ancak bu popülerleşmenin bir bedeli de var: Bilgi kirliliği, komplo teorileri ve mağdur ailelerin zarar görmesi gibi olumsuz yanlar. Sosyal medya sayesinde hızla yayılan bilgiler, bir yandan toplumsal farkındalığı artırırken, diğer yandan iletişim bilimcilerin “slacktivism” (pijama aktivizmi) dediği yüzeysel aktivizme de yol açabiliyor.

Menendez Kardeşler, 20 Ağustos 1989’da Beverly Hills’teki lüks malikanelerinde, ebeveynleri Jose ve Kitty Menendez’i yakın mesafeden defalarca vurarak öldürür. O sırada 21 yaşındaki Lyle ve 18 yaşındaki Erik, polis sorgusunda ebeveynlerini eve geldiklerinde ölü bulduklarını öne sürer. Ancak, olaydan birkaç yıl sonra, 1990’ların başında, polis tarafından tutuklanan iki kardeş, 1993’te gerçekleri itiraf eder. 

Ebeveynlerini öldürdüklerini kabul eden Menendez kardeşler, yıllarca süren duygusal ve cinsel tacizlere uğradıklarını ve cinayetlerin meşru müdafaa olduğunu savundu. Kendilerine ihbar etmekle tehdit eden babalarının kendilerini öldürmesinden korktuklarını belirtti. Duruşmalarda ise savcılar, kardeşleri servetlerine ulaşmak için cinayetleri planlayan ve soğukkanlı bir şekilde işleyen “zengin çocuklar” olarak sundu. 

Medyanın suç içeriklerini bu kadar yoğun bir şekilde işlemesi, adalet algısını hem olumlu hem de olumsuz etkileyebiliyor. Prof. Dr. Tunalı’ya göre, adaletin yeterince sağlanamadığı durumlarda medya, insanlara “kendi adaletini sağlama” fikrini aşılayabilir. Mafya ya da anti-kahraman figürlerinin adalet dağıtıcısı olarak sunulması, bu algıyı daha da pekiştiriyor. Ancak bu durum, toplumsal huzuru sağlamak yerine adalete olan güveni zedeleyebiliyor. Diğer yandan, sosyal medyanın suç olaylarını daha görünür kılması, toplumun bilinçlenmesini sağlarken aynı zamanda gereksiz linç kampanyalarına ve yanlış bilgilere de kapı aralayabiliyor.

Medyanın adalet algısına etkisi

Medyanın suç içeriklerini işleme biçimi, toplumun adalet algısını doğrudan etkiliyor. Prof. Dr. Tunalı, “Yargı sistemi sağlıklı çalışmıyorsa, adaletin insanlar tarafından illegal olarak üstlenilmesinin yolu açılıyor kuşkusuz. Toplumda adalet duygusu zedelenmişse, yaralar sarılamıyor, belli bir psikolojik döngü kapanmıyor, hayat normale dönemiyor,” diyerek bu sorunun köklerine iniyor. 

Sosyal medyanın suç olaylarını görünür kılmadaki rolü de tartışmaya açık. “Sosyal medya suç olaylarını daha görünür kıldığı muhakkak. Yatay, hızlı ve hiyerarşiden uzak bir iletişim modeliyle yayılan bilgi toplumsal duyarlılığı ve farkındalığı arttırabileceği gibi, biz iletişim bilimcilerin ‘kanepe ya da pijama-terlik aktivizmi’ dediğimiz ‘slacktivism’e de yol açabiliyor,” diyen Prof. Dr. Tunalı, sosyal medyanın hem olumlu hem de olumsuz yönlerini vurguluyor.

Avukat Şanlan, sosyal medyanın suç olaylarının medyaya yansımasında oynadığı rolün çift yönlü etkilerine dikkat çekiyor. Bir yandan sosyal medyanın yaygın olması suç olaylarının medyaya yansıması ile toplumun her kesiminin bu olaylardan haberdar olmasını mümkün hale getiriyor. Avukat Şanlan: “Özellikle kadına şiddet konusunda mağdurların büyük kitlelere sesini duyurabilmesini ve böylece kamuoyu oluşturularak hukuki sürecin daha hızlı ve etkili ilerlemesini sağlamaktadır.” diyor. 

Diğer yandan Avukat Şanlan sosyal medyanın bilgi kirliliği ve yanlış yönlendirme tehlikesini de beraberinde getirebileceğine dikkat çekiyor. “Sosyal medya yanıltıcı bilgilerin hızla yayılmasına da imkan tanıdığından toplumun yanlış bilgilendirilmesi ve kamuoyunun yanlış yönlendirilmesi de mümkündür.”

Yayın yasakları ve toplum: Özgürlük mü otorite mi?

Yayın yasakları ve erişim engelleri, medya ve adalet dengesinin en hassas noktalarından biri. Prof. Dr. Tunalı, demokratik toplumlarda bu tür yasakların yalnızca istisnai durumlarda kullanılması gerektiğini ifade ediyor. Bilgiye erişimin engellenmesi, halkın sağlıklı bilgi almasını kısıtlamakla kalmayıp toplumda endişe ve huzursuzluk yaratabiliyor. Yayın yasaklarının, özellikle kriz anlarında yalan haber ve komplo teorilerinin yayılmasına neden olabileceğini vurgulayan Prof. Dr. Tunalı, “Devletin görevi, halkın doğru bilgiye erişimini sağlamaktır” diyor.

Medyanın suçu nasıl ele aldığı, toplum üzerindeki etkisini belirleyen en önemli faktörlerden biri. Prof. Dr. Tunalı, medya içeriklerinin mağdurları ve failleri nasıl çerçevelediğinin çok önemli olduğunu belirtiyor. Haberlerin sadece eğlencelik içerik haline getirilmesi, suça karşı duyarsızlaşmaya yol açabilirken, bilinçli bir medya yaklaşımı toplumun bilinçlenmesine katkı sağlayabilir. Şiddet, medya ve toplum arasındaki bu karmaşık ilişki, suç olgusunun nasıl algılandığı ve toplumun bu konuda nasıl harekete geçtiği üzerinde doğrudan etkili oluyor.

Avukat Şanlan, Anayasa’nın 26. ve 28. Maddesi ile aynı zamanda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile basının hür olduğunu ve sansürlenemeyeceği söylüyor. Ancak yine Anayasanın 26. Maddesinde radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanabileceği hükmünün olduğunu ekliyor.

Sonuç olarak, suç içeriklerinin popülerliği, medya tüketicilerinin psikolojik, sosyolojik ve felsefi ilgi alanlarını yansıtırken, dijital çağın getirdiği yeni iletişim kanalları bu ilgiyi hem güçlendiren hem de karmaşıklaştıran bir role sahip. Ancak bu durum, hem bireysel hem toplumsal düzeyde dikkatle ele alınması gereken önemli sorunları da beraberinde getiriyor: Suçu anlamak ve tartışmak, toplumsal bir çözüm üretmek için mi yapılıyor, yoksa bu içerikler sadece tüketim kültürünün bir parçası haline mi geliyor?

Kaynak: 2N News