PET teknolojisiyle psikiyatride kişiselleştirilmiş yaklaşım

Dr. Romina Mizrahi, PET görüntüleme teknolojisiyle psikiyatrik hastalıkların moleküler temelini araştırarak kişiselleştirilmiş tedavilerin önünü açıyor.

McGill Üniversitesi Psikiyatri Profesörü Dr. Romina Mizrahi, pozitron emisyon tomografisi (PET) teknolojisini kullanarak psikiyatrik hastalıkların tanı ve tedavisinde önemli bir sayfa açıyor. Douglas Araştırma Merkezi’nde Klinik ve Translasyonel Bilimler (CaTS) Laboratuvarı’nın başında yer alan Dr. Mizrahi, beyni yalnızca davranışsal düzeyde değil, moleküler düzeyde inceleyerek “kişiselleştirilmiş psikiyatri” kavramını temellendiriyor. Dr. Mizrahi çalışmalarını 8 Nisan’da Brain Medicine dergisinde yayınlanan röportajında anlattı. 

Dr. Mizrahi’ye göre psikiyatrik tanılar yıllardır sadece gözlemlenen semptomlara dayanıyor. Ancak PET sayesinde artık beynin derinliklerine bakmak ve her bireyin biyolojik işleyişini anlamak mümkün. Bu da psikiyatride yepyeni bir anlayışı gündeme getiriyor: kişiselleştirilmiş psikiyatri. 

Dr. Romina Mizrahi (McGill University)

Bu yaklaşımda her hastaya aynı tanı ve tedavinin uygulanması yerine, bireyin genetik yapısı, çevresel etkileri ve beyin biyolojisi bir arada değerlendiriliyor. Dr. Mizrahi PET’in psikiyatrideki potansiyelini “Bir psikiyatrist olarak, beyin hakkında ne kadar az şey bildiğimizi görmek her zaman beni rahatsız etti. PET bize yüzeyin altına bakma şansı tanıyor; değişimleri ölçebiliyor, biyobelirteçleri tespit edebiliyor ve moleküler gerçekliğe dayalı daha iyi tedaviler tasarlayabiliyoruz,” ifadeleriyle açıklıyor.

PET görüntüleme, geleneksel tanı yöntemlerinin aksine, beynin kimyasal ve biyolojik süreçlerini canlı bir organizmada anlık olarak görselleştirme imkanı sunuyor. Psikiyatride sıklıkla karşılaşılan sorunlardan biri, teşhislerin büyük ölçüde subjektif belirtilere dayanması. Ancak Dr. Mizrahi’nin yaklaşımı, genetik verileri, çevresel etkenleri ve PET ile elde edilen biyobelirteçleri birleştirerek ruhsal hastalıkları daha objektif ve bilimsel temellere dayalı şekilde açıklamayı amaçlıyor.

Pozitron Emisyon Tomografisi (PET), vücuttaki biyolojik süreçleri canlı olarak görüntülemeye yarayan ileri düzey bir nükleer tıp teknolojisi. Bu yöntem, radyoaktif izotoplarla işaretlenmiş moleküllerin (radyofarmasötiklerin) vücuda enjekte edilmesiyle başlıyor. Bu izotoplar, pozitron adı verilen parçacıkları yayıyor. Pozitronlar, çevredeki elektronlarla çarpışarak yok olur ve bu süreçte gama ışınları (foton çiftleri) ortaya çıkıyor. PET tarayıcıları bu gama ışınlarını algılayarak bilgisayarlar yardımıyla vücudun içinde hangi bölgede nasıl bir biyolojik aktivite olduğunu haritalandırıyor. Bu teknoloji, özellikle hücresel düzeydeki metabolik ve kimyasal değişimleri gözlemleme yeteneğiyle öne çıkıyor.

PET teknolojisinin temelleri 1950’li yıllarda atılırken, klinik uygulamalar 1970’lerin sonlarına doğru başladı. 1977’de Michael Phelps ve ekibi tarafından geliştirilen ilk tam vücut PET tarayıcısı, kritik bir gelişme oldu. 1990’lı yıllardan itibaren teknolojinin hassasiyeti artarak, PET-CT gibi hibrit sistemlerin geliştirilmesiyle birlikte hem yapısal (CT) hem işlevsel (PET) görüntüleme bir arada mümkün hale geldi.

PET, diğer görüntüleme tekniklerinden farklı olarak yalnızca anatomik yapı değil, biyolojik işlev hakkında da bilgi sunuyor. Örneğin, bir tümör henüz yapısal olarak belirginleşmeden önce, PET onun artmış glikoz metabolizmasını gösterebilir. Bu erken teşhis avantajı, özellikle onkoloji (kanser), kardiyoloji (kalp hastalıkları) ve nöroloji (beyin hastalıkları) alanlarında hayati öneme sahip. Alzheimer hastalığı, epilepsi, Parkinson ve artık Dr. Mizrahi’nin çalışmalarında olduğu gibi şizofreni ve madde bağımlılığı gibi psikiyatrik hastalıkların da daha iyi anlaşılmasında önemli bir rol oynuyor.

Günümüzde PET görüntüleme dünya genelinde yaygın olarak kullanılıyor. Özellikle gelişmiş ülkelerde, büyük üniversite hastaneleri ve onkoloji merkezleri rutin olarak PET-CT taramaları yapıyor. 2024 itibarıyla ABD’de yılda yaklaşık 2 milyondan fazla PET taraması yapılırken, Avrupa ve Japonya’da bu sayı yüz binlerle ifade ediliyor. Psikiyatride kullanımı ise görece yeni bir alan olsa da, giderek artan sayıda araştırma kurumu ve akademik merkez bu teknolojiyi biyobelirteçlerin tanımlanması ve kişiselleştirilmiş tedavi protokollerinin geliştirilmesi için kullanıyor.

PET, genellikle kanserin yayılımını izlemek, kalp kaslarının canlılığını değerlendirmek veya Alzheimer gibi nörodejeneratif hastalıkları saptamak için kullanılsa da Dr. Mizrahi, bu teknolojiyi psikiyatrik hastalıkların biyolojik kökenlerine inmek için kullanıyor. Laboratuvarında kullandığı 11CPHNO, [18F]FEPPA, [11C]CURB, [11C]NOP, [11C]SL25.1188 ve [18F]SynVesT-1 gibi özel radyotracerlar sayesinde dopamin düzeyleri, nöroenflamasyon, endokannabinoid sistem ve sinaptik yoğunluk gibi daha önce ölçülmesi zor olan yapıları inceliyor.

Dr. Mizrahi, “Onkolojide hastaları moleküler profillere göre sınıflandırabiliyoruz, aynı şeyi neden şizofreni veya madde bağımlılığı için yapmayalım?” diyerek kişiye özel tedavi döneminin psikiyatride de başlaması gerektiğini vurguluyor. Dr. Mizrahi’nin çalışmaları sadece laboratuvarla sınırlı kalmıyor. Akademide çeşitlilik ve kapsayıcılık konularında da aktif rol oynuyor. Kanada’dan Amerikan Nöropsikofarmakoloji Koleji (ACNP) Joel Elkes Ödülü’nü alan ilk kadın bilim insanı olan Mizrahi, erken kariyerindeki zorlukların kendisine liderlik konusunda değerli dersler verdiğini ifade ediyor. Akademik yapının daha eşitlikçi hale gelmesi gerektiğini savunarak, bilimin tüm dünyayı temsil etmesi gerektiğini söylüyor.

Kaynak: Eurekalert