Gökbilimciler, Satürn’ün yörüngesinden daha uzak bir noktada Dünya’nın iki katı büyüklüğünde bir gezegen tespit etti.
Gökbilimciler, Satürn’ün yörüngesinden daha uzak bir noktada Dünya’nın iki katı büyüklüğünde bir gezegen tespit etti.
Gökbilimciler, Güneş sistemi dışında Dünya’dan büyük ancak Neptün’den küçük gezegenlerin sanılandan çok daha yaygın olduğunu ortaya koydu. Harvard-Smithsonian Astrofizik Merkezi (CfA) öncülüğünde yürütülen uluslararası bir araştırma ekibi, Satürn’ün Güneş’e olan uzaklığından daha ötede dolanan bir “süper Dünya” gezegenin keşfini duyurdu. Bu çalışma, gezegen sistemlerinin bizim Güneş Sistemi’mizden çok farklı olabileceğini bir kez daha gözler önüne seriyor.
“Süper Dünya”, boyut olarak Dünya’dan büyük ama gaz devi Neptün’den küçük olan kayasal gezegenler için kullanılan bir terim. Bu gezegenler genellikle 1 ile 10 Dünya kütlesi arasında değişiyor. Yeni keşfedilen gezegen ise Dünya’nın yaklaşık iki katı büyüklüğünde ve yörüngesi Satürn’ünkinden bile daha uzakta yer alıyor.
CfA bünyesinde araştırmalarını sürdüren ve çalışmanın başyazarı olan Weicheng Zang, “Daha önce yalnızca Dünya’nın binlerce katı kütleye sahip gezegenlerin bulunduğu bölgelerde artık süper Dünya’lar da tespit edilebiliyor” diyerek bulgunun önemini vurguladı.
Araştırmada kullanılan temel yöntem “mikromerceklenme” (microlensing) olarak adlandırılıyor. Bu teknik, uzak bir yıldızdan gelen ışığın, araya giren bir gezegenin yerçekimi etkisiyle bükülerek büyütülmesini esas alıyor. Böylece doğrudan gözlemlenemeyen uzak gezegenlerin varlığı dolaylı yoldan anlaşılabiliyor.
Mikromerceklenme, özellikle Dünya ile Satürn arasındaki mesafe kadar uzaklıkta yer alan gezegenleri tespit etmekte oldukça etkili. Araştırmacılar, şimdiye kadar bu yöntemle yapılan en kapsamlı çalışmayı gerçekleştirdi. Önceki çalışmalara göre yaklaşık üç kat daha fazla sayıda gezegen gözlemlendi ve bunların bir kısmı, mikromerceklenmeyle daha önce keşfedilen örneklerden sekiz kat daha küçük boyutta.
Çalışmada kullanılan veriler, Güney Kore Astronomi ve Uzay Bilimleri Enstitüsü (KASI) tarafından işletilen KMTNet (Korea Microlensing Telescope Network) adlı teleskop ağı sayesinde toplandı. Bu ağ, Şili, Güney Afrika ve Avustralya’daki üç teleskoptan oluşuyor ve bu sayede gökyüzü 24 saat kesintisiz izlenebiliyor.
Tsinghua Üniversitesi’nden Profesör Shude Mao, “Elde edilen veriler, soğuk gezegenlerin nasıl oluştuğuna dair ipuçları veriyor. Önümüzdeki yıllarda verilerin dört kat artmasıyla birlikte bu gezegenlerin oluşum ve evrim süreçlerini çok daha net biçimde inceleyebileceğiz” dedi.
Güneş sistemimiz, iç kısımda küçük ve kayasal (Merkür, Venüs, Dünya, Mars), dış kısımda ise büyük ve gazdan oluşan (Jüpiter, Satürn, Uranüs, Neptün) gezegenlerden oluşuyor. Ancak Kepler ve TESS gibi teleskopların yaptığı geçiş yöntemi (transit yöntemi) ile ya da yıldızın salınım hareketlerini ölçen tayfölçüm yöntemi (radial velocity) sayesinde, diğer yıldız sistemlerinde çok farklı yapılar keşfedildi.
Yeni araştırma ise, Dünya’nın yörüngesinden daha uzak bölgelerde yer alan süper Dünya’ların da oldukça yaygın olduğunu gösteriyor. Smithsonian Astrofizik Gözlemevi’nden Jennifer Yee, “Bu çalışma, yalnızca Dünya’dan biraz büyük gezegenlerin değil, Jüpiter boyutundaki gezegenlerin de dış yörüngelerde ne kadar yaygın olduğunu ortaya koyuyor” dedi.
KASI’den Youn Kil Jung ise “Bu sonuç, Jüpiter benzeri yörüngelerdeki gezegen sistemlerinin bizimkine pek benzemediğini düşündürüyor” şeklinde konuştu.
Araştırmacılar şimdi, süper Dünya’ların mı yoksa Neptün büyüklüğündeki gezegenlerin mi daha sık görüldüğünü ortaya koymaya çalışıyor. Şimdilik veriler, bu iki tür gezegenin sayısının birbirine oldukça yakın olduğunu gösteriyor.
Çalışmaya CfA’den Dr. In-Gu Shin, Harvard mezunu Hangyue Wang (şu anda Stanford Üniversitesi’nde) ve KASI’den Sun-Ju Chung gibi bilim insanları da katkı sundu. Ayrıca, Polonya merkezli OGLE (Optical Gravitational Lensing Experiment) ve Japonya merkezli MOA (Microlensing Observations in Astrophysics) gözlem ekiplerinden de veriler kullanıldı. Bu keşif, evrendeki gezegen çeşitliliğini anlamamıza bir adım daha yaklaştırıyor.
Kaynak: CfA