Özel haber: Uzay yarışının politikleşmesi, sadece devletlerin değil özel şirketlerin de uzay araştırmalarına dahil olmasıyla daha da derinleşiyor. Bu dönüşümü, uzay ve savunma politikaları uzmanı Nazmelis Zengin ile gerçekleştirdiğimiz röportajda ele aldık.
Uzay yarışı, Soğuk Savaş döneminde ideolojik ve askeri bir rekabetin sonucu olarak, ABD ve Sovyetler Birliği arasında bir güç mücadelesi anlamına geliyordu. Sputnik’in 1957’de uzaya gönderilmesiyle başlayan bu süreç, Ay’a insan gönderme hedefiyle zirveye ulaştı. O dönemde uzay, ulusal prestiji artırmanın ve küresel etkiyi pekiştirmenin en somut yolu olarak görülüyordu.
Ancak bugün, uzay yarışı çok daha fazla aktörün yer aldığı bir ekosisteme evrildi. Çin ve Hindistan gibi ülkeler kendi bağımsız uzay programlarını güçlendirirken, SpaceX ve Blue Origin gibi özel şirketler de uzay taşımacılığı ve kolonizasyonu gibi alanlarda öncülük etmeye başladı. 2NNews’a konuşan uzay ve savunma politikaları uzmanı Nazmelis Zengin, bu değişimi, uzayın sunduğu ekonomik fırsatlar, bilimsel keşifler ve teknolojik gelişim imkanına bağlıyor.
Özel şirketlerin yükselişi ve küresel jeopolitik denge
Özel şirketlerin uzaya dahil olması, uzayın politikleşme sürecini köklü bir şekilde değiştirdi. Eskiden devletler, uzay araştırmalarını yalnızca bilimsel keşifler veya ulusal prestij için yürütürken, bugün SpaceX’in Starship programı gibi projeler, doğrudan jeopolitik çatışmalara dahil olabiliyor.
Uzay ve savunma politikaları uzmanı Nazmelis Zengin.
Zengin bu konuda Ukrayna Rusya savaşını örnek vererek “Örneğin, SpaceX’in Starship programı, NASA’nın Ay’a dönüş misyonlarında kilit bir rol oynuyor. Burada kritik bir soru ortaya çıkıyor: Özel şirketler, devletlerin çıkarları doğrultusunda mı hareket ediyor, yoksa kendi bağımsız politikalarını mı oluşturuyor? Özellikle Starlink projesi buna iyi bir örnek. Ukrayna-Rusya savaşında, Elon Musk’ın şirketi Starlink ile Ukrayna’ya internet desteği sağladı. Bu, bir özel şirketin doğrudan uluslararası bir çatışmanın içinde yer aldığı nadir örneklerden biri oldu. Dolayısıyla, artık sadece devletler değil, şirketler de küresel jeopolitik dengeleri etkileyen aktörler haline geldi.” ifadelerini kullanıyor.
Ancak, bu değişim yalnızca askeri ve stratejik boyutla sınırlı değil. Uzay, aynı zamanda büyük ekonomik fırsatlar sunuyor. Ay’da maden arayışı ve Mars’a insan gönderme projeleri gibi alanlar, devletler ve özel sektör için büyük bir yatırım alanına dönüştü.. Ancak bu gelişmeler, yeni hukuki belirsizlikler ve kaynak paylaşımı konusunda ciddi sorunlara yol açıyor. Zengin, “Ay ve Mars’taki kaynakların adil paylaşımı, uluslararası hukuk ve uzay politikalarının geleceğini belirleyecek temel meselelerden biri” diyor.
Devletlerin rolü ve özel sektörün yükselmesi
Uzay çalışmalarında özel şirketlerin liderliğe yükselmesi, devletlerin geleneksel rolünü de dönüştürdü. Uzay araştırmalarında özel sektörün yükselmesi, beraberinde önemli fırsatlar ve yeni sorunlar getirdi. Tarihsel olarak devletlerin liderliğinde ilerleyen uzay çalışmaları, özellikle kamu yararına odaklanırken, günümüzde özel şirketlerin kar odaklı yapısı bu alanda yeni tartışmalara neden oluyor. Uzay yarışı artık sadece ulusal hedefler doğrultusunda değil, aynı zamanda ticari kazançlar ve stratejik üstünlükler çerçevesinde şekilleniyor.
Zengin, bu değişimin önemli etkilerine dikkat çekiyor: “Devletler geleneksel olarak uzay çalışmalarını tamamen kamu yararına yönelik planlarken, özel şirketlerin hedefi doğal olarak kâr elde etmek. Bu durum, uzay politikalarının nasıl şekilleneceği konusunda yeni tartışmaları doğurdu.” Bu, SpaceX’in Starlink projesi gibi örneklerle daha da belirgin hale geldi. Zengin’e göre, Starlink projesi küresel internet bağlantısı sağlamak amacıyla başlatılmış olsa da, aynı zamanda ABD’nin stratejik altyapısının bir parçası haline geldi. Bu da devletlerin özel sektör üzerindeki denetim mekanizmalarını nasıl kuracağına dair ciddi soruları gündeme getiriyor.
Uzay hukukundaki boşluklar ve çelişkiler
Özel sektörün uzaya girmesiyle birlikte, uzay hukuku da büyük bir dönüşüm geçiriyor. 1967 tarihli Uzay Antlaşması, uzayı tüm insanlığın ortak malı olarak kabul ederken, bugünkü özel sektör projeleri bu ilkelerle çelişiyor.
Uzay araştırmalarında özel sektörün büyümesi, beraberinde önemli hukuki soruları ve düzenlemeleri gündeme getirdi. Günümüzde uluslararası uzay hukukunun temelini oluşturan 1967 Uzay Antlaşması, hiçbir devletin Ay, Mars veya diğer gök cisimlerinde egemenlik iddiasında bulunamayacağını açıkça belirtiyor.
Elon Musk
Ancak bu antlaşma, özel şirketlerin veya bireylerin bu alanları sahiplenme girişimleri karşısında nasıl bir düzenleme yapılacağı konusunda yetersiz kalıyor. Örneğin, Blue Origin’in Ay’da kalıcı üsler kurma planları ya da SpaceX’in Mars’ta bağımsız bir koloni kurma hedefi, uluslararası hukukta net bir karşılık bulmuş değil. Eğer bir özel şirket başka bir gezegende koloni kurarsa, bu bölge kime ait olacak? Şirketlere mi, yoksa devletlere mi? Bu sorular, henüz cevapsız.
Özel şirketler, yalnızca ticari ve bilimsel faaliyetlerle sınırlı kalmayıp ulusal güvenlik ve uluslararası ilişkilerde de kritik bir rol üstlenmeye başladı. Zengin, SpaceX’in Starlink projesini bu bağlamda örnek olarak gösteriyor. Starlink, küresel internet erişimi sağlama amacıyla geliştirilmiş olsa da, Ukrayna-Rusya savaşında Ukrayna’nın iletişim altyapısını koruyarak savaşın gidişatında etkili bir faktör haline geldi.
Bu durum, uzay hukukunda yeni bir soruyu gündeme getiriyor: Eğer bir ülke, bir başka ülkenin özel şirketine ait bir uyduya müdahale ederse, bu askeri bir saldırı olarak mı değerlendirilecek? Ya da özel şirketler, belirli ülkelerle çalışmayı reddederek siyasi baskı unsuru haline gelebilir mi? Bu sorular, uzay hukuku ile uluslararası güvenlik politikalarının kesiştiği noktalarda çözüm bekliyor.
Bir diğer önemli hukuki tartışma ise uzay çöpleri ve çarpışma sorumluluğu üzerine yoğunlaşıyor. SpaceX’in Starlink, Amazon’un Kuiper projesi ve OneWeb gibi girişimlerin alçak Dünya yörüngesini hızla doldurması, uydular arası çarpışmaların riskini artırıyor. Ancak burada ciddi bir hukuki boşluk bulunuyor: Eğer bir özel şirketin uydusu başka bir ülkenin uydusuna çarparsa, kim sorumlu olacak? Devletler mi, yoksa özel şirketler mi? Bu konuda mevcut uluslararası hukuk yetersiz kalıyor ve net sorumluluk mekanizmaları oluşturulmuş değil.
Elon Musk: “Mars benim!”
Mars’a müdahale edebilecek bir otorite ya da mekanizmanın olmadığını belirten Zengin “Eğer Elon Musk bir gün Mars’a inip ‘Burası artık SpaceX’e ait’ derse, uluslararası toplum bunu hukuki olarak tanımaz. Ancak bu, fiili kontrol sağlama meselesini değiştirmez.” diyor. Zengin’e göre SpaceX, Mars’a yerleşir, altyapısını kurar ve bağımsız bir koloni inşa ederse, dünya devletlerinin bu durumu yönetmekte zorlanabilir.
Zengin, bu bağlamda önemli bir soruya dikkat çekiyor: “Eğer Elon Musk Mars’ta yaşanabilir bir yerleşim kurar ve oradaki insanların kendini ‘bağımsız’ ilan ettiğini söylerse, dünya buna nasıl tepki verir?” Tarihte birçok yeni devletin fiili olarak bağımsızlık ilan ettiğinde uluslararası krizlere yol açtığını hatırlatan Zengin, Mars için de benzer bir senaryonun mümkün olduğunu ifade ediyor.
Sonuç olarak, Zengin, Elon Musk veya başka bir özel şirketin Mars’ı resmi olarak sahiplenemeyeceğini ancak fiili bir yerleşim inşa edilmesinin uluslararası hukuk ve diplomasi açısından tamamen yeni ve karmaşık bir dönem başlatabileceğini vurguluyor. Bu durum, sadece uzay yarışı değil, aynı zamanda insanlığın egemenlik ve hukuk kavramlarını yeniden tanımladığı bir çağın habercisi olabilir.
Bugün, uzay yarışının politikleşmesi, geçmişteki ideolojik ve askeri rekabetin çok ötesine geçti. Devletler, özel şirketlerle işbirliği yaparak uzay çalışmalarını hızlandırırken, uzay kaynaklarının adil paylaşımı ve uzay hukuku gibi konular hala çözülmemiş büyük sorunlar arasında yer alıyor. Uzayın geleceği, yalnızca bilimsel keşiflerle değil, aynı zamanda büyük ekonomik ve politik mücadelelerle şekillenecek gibi görünüyor.