Kozmosu sorgulayan Müslüman düşünürler: Kelamcılar

Özel haber: İslam geleneğinde akıl ve vahiy köprüsü kuran kelamcılar, yalnızca teolojik meseleleri değil, fizik ve doğa bilimlerine dair temel soruları da tartıştı. 2N News olarak katıldığımız Fizik ve Felsefe Çalıştayı’nda, Prof. Dr. Mehmet Bulgen’e göre: “Evren tanrı değil. Evrenbilim, kelamcılara göre mümkün.”

Kelam, İslam düşünce tarihinde hem dini hem de felsefi meseleleri aklın süzgecinden geçirmeyi amaçlayan bir ilim dalı olarak öne çıkıyor. Genellikle iman-inkar, kader, Allah’ın sıfatları gibi teolojik başlıklarla anılsa da; kelamcılar inanç dışı konularda da birçok düşüncenin temelini attı. Doğa, hareket, zaman, boşluk gibi bugün fizik biliminin alanına giren pek çok konuda tartışmalar yürüttü.

Kelam ilmi, özellikle Emevîler ve Abbâsîler dönemlerinde sistematik hâle geldi. Ehl-i Sünnet çizgisindeki Eş’arîlik ve Mâturidîlik gibi ekoller, kelamın sistemleşmesinde etkili olurken, erken dönem Mu‘tezilî kelamcılar akla verdikleri öncelikle dikkat çekti. Bu dönem kelamcıları sadece dini metinleri yorumlamakla kalmadı, aynı zamanda Yunan felsefesini ve o dönemin doğa bilimlerini Arapçaya çeviren bilim insanlarıyla da etkileşim hâlindeydi.

Prof. Dr. Mehmet Bulgen

Marmara Üniversitesi’nde Prof. Dr. Mehmet Bulgen şunları söyledi: “Klasik dönem kelamcılarına göre ise fizik, doğayı sadece tanrısal unsurlardan (şirk) arındırmakla kalmaz, sürekli değişim ve dönüşüm içerisindeki doğanın, bulunduğu hal üzere kendisi dışındaki bir Tanrı’ya muhtaç olduğunu ortaya koyar ve böylece insanı O’nun peygamberleri vasıtasıyla yükleyeceği vazifelere açık hale getirir.”

Kelamcıların ortaya koyduğu bu düşünsel çaba, sadece metafizik ya da teolojik tartışmalarla sınırlı kalmadı. Onların evrenin yapısına, zamanın doğasına ve neden-sonuç ilişkilerine dair geliştirdikleri bazı görüşler, bugün modern fizikte karşımıza çıkan kavramlarla dikkat çekici biçimde örtüşüyor. 

1. Atomculuk (Cüz-i La Yetecezza)

Cisimlerin bölünemez en küçük parçalardan, yani atomlardan oluştuğunu savunan kelamcılar, bu görüşleriyle İslam düşünce tarihinde özgün ve dikkat çekici bir atomculuk anlayışı geliştirdi. “Cevher” adı verilen bu temel parçacıkların kendi başlarına varlık taşıdığı, özelliklerinin ise “araz” denilen geçici ve sürekli değişen niteliklerden oluştuğu ifade edildi. 

Kelamcıların atom anlayışında, her bir cevher tek tek Tanrı tarafından her an yaratılır; dolayısıyla varlık, sürekli bir ilahi müdahale ve yeniden yaratım süreci içerisindedir. Hareketin, değişimin ve zamanın bu şekilde açıklanması, doğanın mekanik bir zorunlulukla değil, sürekli Tanrısal irade ile işlediği fikrini doğurur.

İbn Metteveyh, İbn Metteveyh, 9. yüzyılda yaşayan ve İslam kelamı ile felsefesi üzerine önemli katkılarda bulunan bir İslam düşünürü. Cevher ve Arazların Hükümleri Üzerine Kısa İnceleme isimli kitabında şunları söylüyor: “Atmosferdeki hava hafif ve ağır cisimler arasındaki düşüş farklılığının sebebidir. Aksi takdirde, bir taş ve kuş tüyü aynı anda bırakıldıklarında yere birlikte düşerlerdi. Bununla birlikte, hafif cismin düşüşüne hava engel olurken, ağır cisim onu delip geçmektedir.” 

Bu anlayış, 20. yüzyılda geliştirilen kuantum fiziğiyle bazı dikkat çekici paralellikler taşır. Özellikle maddenin kesikli yapısı, enerjinin belirli paketler (kuantlar) halinde aktarılması ve parçacıkların özelliklerinin gözlem anında belirlenmesi gibi ilkeler, kelamcıların doğayı sabit, sürekli ve mutlak bir sistem olarak değil; anlık varoluşlar ve ihtimaller üzerinden açıklayan yaklaşımına şaşırtıcı biçimde benzer. Kuantum fiziğindeki olasılık temelli yapı, neden-sonuç ilişkilerinin klasik fizik kadar belirgin olmaması ve gözlemin gerçekliğin oluşumunda oynadığı rol, kelamcıların evrendeki her bir olayın doğrudan Tanrısal yaratımla belirlendiğini savunan görüşleriyle düşünsel akrabalık kurar.

2. Zamanın Kesikliliği

Kelamcılar, zamanın sürekli akan bir olgu değil, ardışık ve kesintili anlardan meydana geldiğini savunuyordu. Onlara göre zaman, tıpkı cevherler gibi birimlere ayrılabilir ve her an Allah tarafından yaratılıyor. Bu yaklaşımda, geçmişle gelecek arasında zorunlu bir süreklilik olmaz; her an, önceki andan bağımsız olarak ve doğrudan ilahi iradeyle varlık kazanır. Böylece, zaman yalnızca bir akış değil, her biri yaratılmış ve sonlu olan anların toplamı olarak düşünülür.

Bu görüş, modern fizikteki Planck zamanı kavramıyla dikkat çekici bir şekilde benzeşiyor. Planck zamanı, teorik olarak ölçülebilecek en küçük zaman birimi olup, yaklaşık 5.39×10−445.39×10−44 saniyeye karşılık geliyor. Bu ölçeğin altında zamanın anlamını yitirdiği, fiziksel yasaların işlemez hâle geldiği düşünülüyor. Dolayısıyla, zamanın sürekli değil, temel birimlere ayrılmış bir yapıdan oluşabileceği fikri, kuantum yerçekimi ve sicim kuramı gibi alanlarda da tartışılıyor.

3. Boşluk Tartışmaları

Kelam metinlerinde “halâ” yani boşluk kavramı, derin felsefi ve fiziksel tartışmalara konu oldu. Kelamcılar, maddenin bulunmadığı ama yine de bir yer kaplayan alanların var olup olamayacağını tartıştı. Bu çerçevede, evrende cisimlerin dışında kalan alanların – yani “hiçbir şeyin bulunmadığı yerlerin” – gerçekliği sorgulandı. Bazı kelamcılar boşluğu, cisimlerin var olabileceği ama henüz yer kaplamadığı bir alan olarak kabul ederken, diğerleri her yerin ya bir cisimle ya da onun nitelikleriyle dolu olması gerektiğini savundu.

Bu tartışmalar, günümüz modern fiziğinde karşılaştığımız fiziksel vakum kavramını hatırlatıyor. Modern fizikte vakum, klasik anlamda “boşluk” değil, parçacıkların yokluğunda bile kuantum alanlarının enerji taşıdığı, dalgalanmaların ve sanal parçacıkların ortaya çıktığı bir zemin olarak tanımlanır. Yani modern vakum, tamamen “yokluk” değil; potansiyel taşıyan, fiziksel olayların meydana gelebileceği bir yapıda.

4. Nedensellik Eleştirisi

Özellikle Eş’arî kelam geleneği, klasik neden-sonuç ilişkisine eleştirel yaklaşımıyla dikkat çekiyor. Bu düşünceye göre evrendeki olaylar arasında zorunlu bir nedensellik bağı yok; tüm etkiler doğrudan Allah’ın iradesiyle gerçekleşir. Mesela “ateş pamuğu yakmaz, Allah yakar” ifadesi, doğa olaylarında görünen düzenin arkasında mutlak bir fail olan Tanrı’nın sürekli müdahalesi olduğunu vurgular. Bu görüş, Aristotelesçi ya da İbn Sînâcı geleneklerde olduğu gibi nedenlerin kendi doğasında zorunlu sonuçlar üretmediğini ileri sürer.

Bu yaklaşım, günümüz kuantum fiziğiyle ilginç paralellikler taşır. Kuantum düzeyde parçacıkların davranışları kesin yasalarla değil, olasılık dağılımlarıyla tanımlanır. Örneğin bir elektronun nerede bulunacağı, klasik mekanikte olduğu gibi kesin olarak belirlenemez; yalnızca bir ihtimal aralığı sunulur. Bu bağlamda evrenin işleyişi deterministik değil, indeterministik bir yapı arz eder. Bazı filozoflar ve fizikçiler, bu kuantum belirsizliğini Eş’arî düşüncenin nedenselliğe getirdiği eleştirilerle birlikte düşünmenin mümkün olduğunu savunur.

Kelam ilminin temsilcileri, yalnızca inanç sistemlerini savunmakla kalmadı; evrenin işleyişi, maddenin yapısı ve zamanın doğası gibi sorulara da akılla ve mantıkla yaklaşarak, bilim tarihinde kendilerine özgü bir yer edindi. Onların izinde yürümek, yalnızca geçmişi anlamak değil, bilimin düşünsel temellerini yeniden hatırlamak anlamına da geliyor.

Kelamcıların bilimsel düşünceye dair bu özgün tartışmaları, hem bilim tarihi açısından hem de çağdaş bilim felsefesi açısından önem taşıyor. Bugün fizikçiler ve filozoflar, zamanın doğası ya da nedensellik gibi sorularla hala uğraşıyor. Bu yönüyle, kelamcıların soruları ve önerdiği modeller, tarihsel birer merak konusu olmanın ötesine geçiyor.

Kaynak: 2N News