İran ile Avrupa’nın nükleer pazarlığı İstanbul’da gerçekleşti. Türkiye, jeopolitik konumu, arabuluculuk geçmişi ve nükleer diplomasi vizyonuyla kritik müzakerelere ev sahipliği yaptı.
İran ile Avrupa’nın nükleer pazarlığı İstanbul’da gerçekleşti. Türkiye, jeopolitik konumu, arabuluculuk geçmişi ve nükleer diplomasi vizyonuyla kritik müzakerelere ev sahipliği yaptı.
İran ile İngiltere, Fransa ve Almanya’dan oluşan E3 (AB büyük üçlüsü) ülkeleri, İstanbul’da İran’ın nükleer programını ve yaptırımların kaldırılmasını görüşmek için bir araya geldi. Toplantının temel amacı 2015’te imzalanmış ancak artık “ölü doğmuş” hale gelen nükleer anlaşmayı (Kapsamlı Ortak Eylem Planı-KOEP) canlandırma çabası olarak belirlendi. Anlaşma, ABD’nin 2018’de anlaşmadan tek taraflı çekilmesi ve İran’a yaptırımları geri getirmesiyle fiilen bozulmuştu.
Bu çekilmeyle birlikte İran da anlaşmadaki kısıtlamaları aştı. Uranyum zenginleştirme seviyesini yükseltti ve Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (UAEK) denetimleri konusunda işbirliğini azalttı. Bu süreçte İran ile E3 arasındaki ilişkiler de kötüleşti.
Washington yönetimi, özellikle 2025 başında yeniden göreve gelen Donald Trump ile birlikte İran’a yönelik baskısını artırmaya başladı. Trump, bu hafta Orta Doğu turu kapsamında Riyad’da Körfez ülkeleri liderleriyle yaptığı zirvede, İran’ın nükleer silah programından kalıcı ve doğrulanabilir şekilde vazgeçmesi gerektiğini söyledi. Aksi takdirde tüm ülkelerin İran’a yönelik yaptırımları eksiksiz uygulaması gerektiğini vurguladı. Yaptığı konuşmada, bugün yapılacak müzakareleri işaret ederek başarısız olması durumunda İran’ın petrol ihracatını sonlandırmakla tehdit ederek “maksimum baskı” politikasını uygulayacağını ifade etti.
Bununla birlikte, AB ülkeleri üzerindeki baskı da arttı. Ancak müzakereleri tamamen ABD’ye bırakmak istemeyen E3 ülkeleri, diplomatik kaynaklara göre kendi çıkarlarını korumak ve olası yeni bir nükleer anlaşmanın çerçevesini İran’a hatırlatmak amacıyla Tahran’la doğrudan görüşmeyi tercih etti. Reuters’a göre, Avrupa hükümetleri şu anda “tetik mekanizması” (snapback) denilen süreci işletip işletmemeyi tartışıyor.
Reuters’ın diplomatik kaynaklardan elde ettiği bilgilere göre, diplomatlar Ağustos 2025’e dek bir ilerleme sağlanmazsa snapback’i tetikleme seçeneğinin masada olduğunu söylüyor. Dolayısıyla İstanbul’daki buluşma, tarihi bir önem taşıyor.
Türkiye’nin müzakerelerdeki rolü
Türkiye ev sahibi olmanın ötesinde bir öneme sahip. Tüm ülkelerle yürüttüğü dengeli diplomatik ilişkilerin yanı sıra özellikle Ankara’nın 2010 İran nükleer krizinde oynadığı arabuluculuk rolü sonucunda Tahran Deklarasyonu’nun yayınlanmasına sağladığı katkı da burada etkili rol oynadı.
Mayıs 2010’da Türkiye ve Brezilya, İran ile masaya oturarak bir yakıt takası anlaşması sağladıklarını duyurdu. Deklarasyona göre İran, elindeki 1200 kg düşük düzeyde zenginleştirilmiş uranyumu Türkiye’ye göndermeyi ve karşılığında Tahran’daki araştırma reaktörü için ihtiyaç duyduğu nükleer yakıtı almayı kabul etti.
Ancak bu tarihi başarı Batılı ülkeler tarafından beklenen memnuniyeti karşılamadı. ABD, Fransa ve Rusya; Tahran Deklarasyonu’nun İran’ın uranyumu %20 seviyesine çıkarma adımına değinmediğini ve 2009’daki tekliften bu yana İran’ın elinde biriken ek uranyımı kapsamadığını vurgulayarak anlaşmanın yetersiz olduğunu söyledi.
Nitekim Washington, İran’ın nükleer programı programına ilişkin endişelerin tümü giderilmediği takdirde kısmi bir yakıt takası ile yetinmeyeceğini söyledi. Dönemin ABD yönetimi (Obama), deklarasyonun İran’ın zenginleştirme hakkını üstü örtülü olarak tanımasından da rahatsız oldu. Zira anlaşmanın birinci ve onuncu maddesi, İran’ın NPT Kapsamındaki haklarına atıfta bulunuyordu.
Bu tartışmaların eşliğinde Haziran 2010’da BM Güvenlik Konseyi’nde İran’a yeni yaptırımla söz konusu olmuş ve Türkiye ile Brezilya ret oyunu kullanarak karara itiraz etmişti. Ancak iki ülkenin de veto hakkı bulunmadığı için yaptırımlar yürürlüğe girdi. Ankara bu karar üzerine “komşularla sıfır sorun” dış politikasıı kapsamında İran’ın nükleer meselesinde askeri bir çatışma çıkmaması ve sorunu diyalogla çözmek amacıyla yoğun çaba harcadı. Türkiye, aynı tutumu 2018’de ABD’nin anlaşmadan tek taraflı çekilmesinde de gösterdi.
Dün yapılan görüşmeler sonrası açıklama yapan İran Dışişleri Bakan Yardımcısı Kazım Garibabadi, ABD ile müzakerelerde ülkesinin uranyum zenginleştirme işlemlerinin durdurulması talebini kabul etmeyeceklerini ve konunun İran için “kırmızı çizgi” olduğunu söyledi.
Garibabadi, ülkesinin “büyük bedeller ödeyerek elde edilen başarılardan asla taviz vermeyeceğini ve bunu müzakere ettikleri ülkelerin de iyi bildiğini” belirtti.
İran Dışişleri Bakanı Abbas Erakçi ise, ABD Başkanı Donald Trump’ın iddiasının aksine, ABD’den nükleer anlaşma teklifi almadığını duyurararak ABD’li yetkililerin İran ile nükleer görüşmelere dair “çelişkili” açıklamalar yaptığını savundu.
İstanbul’un jeopolitik konumu ve Türkiye’nin nükleer enerji hedefleri
Günümüzde gelinen noktada Türkiye güvenli bir buluşma zemini sunuyor ancak olayın tamamı bu değil. Geçmişte P5+1 (BM daimi üyeleri ve Almanya) ile İran arasındaki 2011 ve 2012’deki müzakere turlarına da ev sahipliği yapan İstanbul coğrafi konum olarak da İran ile Avrupa ve ABD arasında bir köprü rolü görüyor.
İstanbul, Avrasya’nın kesişim noktasındaki konumuyla jeopoitik açıdan hem Doğu ile Batı arasında fiziki bir köprü hem de diplomatik olarak tarafsız bir buluşma noktası işlevi görüyor.
Avrupa ve Asya’yı birleştiren Boğazlar’ın incisi İstanbul tarih boyunca imparatorluklara başkenlik yapmış ve birçok farklı ırk, din, dili de bir araya getirmiştir.
Taraflar bu yüzden ne tamamen Batı’nın kalbinde ne de İran açısından rahatsız edici derecese ABD etksii altında bir mekanda toplanıyor. Washington’ın gölgesinden uzakta ama Batı’dan da kopuk olmayan ortam olarak İstanbul iki tarafın da kendini rahat hissetmesini sağlayacak.
Türkiye aynı zamanda nükleer diplomasiye de ilkeli bir tutum sergiliyor. Bölgelede nükleer silahların yayılmasına karşı çıkarken barışçıl nükleer teknoloji kullanımına da destek oluyor. Resmi olarak 1980’den bu yana Nükleer Silahsızlanma Antlaşması (NPT) tarafı olan Türkiye, nükleer enerji hedeflerinde diplomatik tutumunu destekleyen bir motivasyon sunuyor. Ankara, yıllardır süregelen planlarını hayata geçirerek ilk nükleer enerji santralini inşa ediyor. Mersin’de Rus Rosatom şirketi ile inşa edilen Akkuyu Nükleer Güç Santrali, Türkiye’nin nükleer enerji alanında önemli bir rol oynamasını sağlayacak. 20 milyar dolarlık yatırımla 4 reaktör ve toplam 4.800 MW kapasiteli olarak planlanan Akkuyu, tamamen faaliyete geçtiğinde Türkiye’nin elektrik ihtiyacının yaklaşık %10’unu karşılayacak.
Bu da yılda yaklaşık 7 milyar metreküp doğalgaz ithalatını ve milyonlarca ton karbon emisyonunu önlemeyi sağlayacak. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Mayıs 2023’te Akkuyu’nun ilk reaktörüne nükleer yakıt yüklenmesi törenine sanal olarak katıldı ve 2025 sonuna kadar santralin ilk elektriği üreteceğini müjdeledi. Bu yıl başında yapılan açıklamalara göre 2025 yılı bitmeden deneme üretimine başlanarak Akkuyu’dan şebekeye elektrik verilmeye başlanması hedefleniyor. Kalan üç reaktörün de 2028 sonuna dek sırayla devreye girmesi planlanıyor.
Akkuyu örneği, Türkiye’nin kendi topraklarında UAEK denetimleri ve Rus teknolojisiyle nükleer enerjiyi geliştirebildiğini gösteriyor. İran’ın da aynı şekilde UAEK gözetiminde barışçıl nükleer faaliyetler yürütebileceği, ancak nükleer silaha yönelmemesi gerektiği mesajı Türkiye tarafından diplomatik platformlarda dile getiriliyor.
Kaynak: Reuters, Anadolu Ajansı, T.C. Dışişleri Bakanlığı, Arms Control Association, Akkuyu Nükleer, Al Jazeera