İsrail’in İran’a saldırısıyla başlayan Natanz tesisindeki nükleer sızıntı tüm dünyayı korkutuyor. Peki, nükleer sızıntı nedir, neden olur, nasıl temizlenir?
İsrail’in İran’a saldırısıyla başlayan Natanz tesisindeki nükleer sızıntı tüm dünyayı korkutuyor. Peki, nükleer sızıntı nedir, neden olur, nasıl temizlenir?
Nükleer sızıntı; kontrolsüz şekilde radyoaktif maddelerin çevreye saçılmasına deniyor. Bu sızıntılar genellikle kazalar, yapısal arızalar, doğal afetler veya insan hatası nedeniyle meydana gelebilirken, İran örneğinde olduğu gibi nükleer tesislere saldırıyla da gerçekleşebiliyor.
Bu tür bir sızıntının yayılma biçimi, radyoaktif maddenin türüne, atmosfere karışma hızına ve meteorolojik koşullara göre değişebiliyor. Sızıntı sırasında etrafa saçılan en bilindik parçacıklardan biri İyot-131 (I-131).
Çernobil faciasında da en çok görülen bu parçacık hızlıca yayılabiliyor ve tiroid bezinde birikebiliyor. Salınan diğer iki parçacık Sezyum-137 (Cs-137) ve Stronsiyum-90 (Sr-90). Yarı ömürleri ortalama 30 yıl olan bu parçacıklar; toprağa, bitkilere ve suya yapışarak uzun süre çevrede kalabiliyor.
Gıda zincirine kolayca girerek hem insanlar hem de hayvanlar için hayati tehlike oluşturabiliyor. Yarı ömür, azalmakta olan bir maddenin baştaki miktarın yarısına düşmesi için gereken zamanı tanımlıyor.
Kavram özellikle radyoizotop denilen izotopların bozunma hesaplarında kullanılıyor. Bu senaryoda SCs-137 ve Sr-90 izotoplarının etkilerinin ihmal edilebilir seviyelere gelmesinin yüzlerce yıl sürebileceği anlamına geliyor. Özellikle Sr-90, kemik kanserine yol açabiliyor.
Nükleer sızıntı daha önce oldu mu?
Daha önce yaşanmış kazalar arasındakii en büyük 3 felaket, 1979’daki ABD’deki Three Mile Island olayı, 1986’daki Çernobil ve 2011’deki Fukuşima’daki felaketleri yer alıyor.
28 Mart 1979’da ABD’deki Three Mile Island Nükleer Santrali’nde basınçlı su reaktöründe, soğutma sistemindeki bir arızayla başlayan olaylar zinciri; bakım sırasında kapalı bırakılan vanalar, operatör hataları ve yetersiz gösterge sistemleri nedeniyle çekirdeğin su seviyesinin yanlış değerlendirilmesine yol açtı. Radyoaktif gazlar ve sıvılar reaktör binasına, ardından çevreye sızdı. Krizin ilerleyen saatlerinde hidrojen birikimi nedeniyle bir patlama yaşandı, ancak olay ciddi can kayıplarına yol açmadı.
26 Nisan 1986’da, Ukrayna’daki Çernobil Nükleer Santrali’ndeki reaktör çekirdeğinin erimeye başlamasıyla yaşanan patlama, reaktörün üstünü havaya uçurdu ve büyük miktarda radyoaktif maddeyi önce Sovyetler Birliği’ne, ardından Doğu ve Batı Avrupa’ya taşıyan devasa bir bulut oluşturdu. Sızıntı, Avrupa’nın büyük bölümüne yayıldı. Patlamadan sonraki 10 gün boyunca atmosfere büyük miktarda radyoaktif madde salındı, bazı Avrupa ülkelerinde radyasyon seviyeleri normalin 10 ila 100 katına çıktı.
11 Mart 2011’de Japonya’nın kuzeydoğusunda meydana gelen 9.0 büyüklüğündeki deprem ve ardından gelen tsunami, Fukuşima Daiiçi Nükleer Santralinin elektrik ve soğutma sistemlerini devre dışı bıraktı; bu durum üç reaktörün çekirdeklerinin aşırı ısınmasına ve kısmi erimelere neden oldu. Hidrojen patlamaları sonucu reaktör binalarının üst kısımları tahrip oldu ve büyük miktarda radyoaktif madde atmosfere ve Pasifik Okyanusu’na salındı.
Nükleer sızıntılar nasıl temizlenir?
Temizlenme süreci, biyosfere geri dönecek tüm radyonüklidlerin oran ve konsantrasyonlarının zararsız düzeye düşürülecek şekilde izole edilmesi anlamına geliyor. Temizleme işlemi kolay olabileceği gibi, çok zor da olabiliyor. Bu hangi parçacağın ne kadar alana dağıldığına göre değişebiliyor.
Genele baktığımızda ise; nükleer reaktörlerden çıkan atıklar, yüksek düzeyde radyasyon içerdiği için öncelikle güvenli ve izole depolama alanlarına taşınıyor. Atıkların doğrudan doğaya karışmasını engellemek için geçici ve kalıcı depolama çözümleri uygulanıyor. Bu alanlarda atıklar, radyasyonun çevreye sızmasını önlemek amacıyla özel beton, çelik ve jeolojik bariyerlerle kaplanıyor.
Radyoaktif partikülleri nötralize etmek veya bağlamak için toprak ve yüzeylere kimyasal çözeltiler uygulanıyor. Yüksek basınçlı su jetleri veya vakum sistemleri ile yapı ve doğal yüzeylerdeki radyoaktif maddeler arındırılıyor. Bazı mikroorganizmalar ve bitkiler ise radyoaktif izotopları emerek çevreden temizleyebiliyor. Sr-90 gibi radyoaktif atıklar su kaynaklarına bulaştığında, iyon değişim reçineleri ve ileri filtreleme sistemleri ile su arıtılıyor.
Nükleer kazalarda çevreye yayılan başlıca radyoaktif izotopların temizlenmesi, izotopların yarı ömürleri ve kimyasal özelliklerine bağlı olarak farklı yöntemlerle gerçekleştiriliyor. Örneğin, I-131 kısa yarı ömre sahip olduğu için doğal olarak hızlıca azalabiliyorken, S-137 kontamine toprak tabakası kazınarak özel atık sahalarına taşınması gerekiyor. Ayrıca, sezyumun bitkiler tarafından emilimini azaltmak için toprak pH’sı düzenleniyor ve potasyumlu gübreler kullanılıyor.
Bu sızıntı Türkiye’yi etkileyecek mi?
İran’daki nükleer sızıntının Türkiye’yi etkileyip etkilemeyeceği birçok faktöre bağlı olabilir. Sızıntının İran’daki lokasyonu üşürse de sızıntının miktarı bu konuda en önemli etken oluyor.
Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (UAEA), şimdilik bir radyasyon artışı olmadığını duyurdu. Fakat olası bir rüzgar ya da yağmur, parçacıkları Türkiye’ye kadar taşıyabilir. Nispeten küçük sızıntı durumunda Türkiye’ye erişim ihtimali çok düşük olsa da sızıntı büyürse bu ihtimal yükselebilir.
Radyoaktif partiküllerin taşınması sadece meteorolojiye bağlı kalmıyor. Ayrıca nehirler ve yer altı suları gibi su yolları da radyoaktif maddelerin farklı bölgelere ulaşmasına sebebiyet verebiliyor. İki ülkeden de geçen Aras Nehri, su yoluyla radyoaktif maddeleri ulaştırma riski taşısa da şimdilik nehrin Natanz’a olan uzaklığı dolayısıyla doğrudan bir tehdit gibi görünmüyor.
Kaynak: 2NNews