İnsanlık için yeni bir dönem: Zeka çağı mı kaos çağı mı?

Yapay zeka ve bilgiye dair büyük umutlar, insanlığın irrasyonel gerçekliğiyle yüzleşiyor.

Dünyanın etkili teknoloji liderlerinden biri olan OpenAI CEO’su Sam Altman, geçtiğimiz Eylül ayında bir konuşmasında “Zeka Çağı’na girdik” diye duyurdu. Bu açıklama, yapay zekanın artık insanlığın büyük sorunlarına çözüm bulacak bir döneme girdiğini müjdeliyordu. Altman’a göre, bilgi artık her zamankinden daha erişilebilir ve bu bilgi, yapay zeka sayesinde insanların karşılaştığı en karmaşık problemleri çözmek için kullanılabiliyor.

OpenAI CEO’su Sam Altman
San Francisco / Kaliforniya
Carlos Barria (REUTERS)

Daha fazla veri, daha gelişmiş algoritmalar ve derin öğrenme teknikleriyle insanlık için yeni bir dönemin başlangıcı olabilir. Bu vizyon, teknoloji dünyasında büyük destek buldu. Google, Amazon gibi şirketler, Birleşmiş Milletler ve Dünya Ekonomik Forumu gibi küresel kurumlar da Altman’ın çizdiği bu iyimser tabloyu destekleyerek yapay zekanın ve bilginin sorunları çözebileceği fikrini güçlendirdi. Öte yandan bu iddialar, dünyanın mevcut haliyle taban tabana zıt bir gerçeklikle karşı karşıya. Zeka Çağı olarak adlandırılan bu dönem, daha çok bir “öfke ve kaos çağı” izlenimi veriyor.

Teknoloji gerçekten bir kurtarıcı mı?

Altman’ın açıklaması, yapay zekanın dünyayı daha iyi bir yer haline getirebileceğine dair teknolojik bir ütopyayı temsil ediyor. Ona göre, derin öğrenme, büyük veri setlerini işleyerek, insanın zihinsel kapasitesini aşan çözümler sunabilir. Örneğin, yapay zeka mühendisleri Tshilidzi Marwala ve Monica Lagazio, küresel çatışmaların ve ekonomik krizlerin bile yapay zeka kullanılarak önceden tahmin edilebileceğini ve önlenebileceğini savunuyor. Google, yapay zekanın iklim değişikliğiyle mücadelede nasıl kullanılabileceğine dair raporlar yayınlıyor.

Johannesburg Üniversitesi Rektör Yardımcısı
ve yapay zeka mühendisi Prof. Tshilidzi Marwala
(Africa Health Research Institute)

Peki, bu fikir pratikte ne kadar gerçeği yansıtıyor? Bilginin bolluğu ve erişilebilirliği, onu doğru ve etik bir şekilde kullanabileceğimiz anlamına mı geliyor? Mevcut dünya düzeni, bu sorulara olumlu bir yanıt veremiyor. İnsanlık, elindeki bilgiyle genellikle rasyonel ve ahlaki çözümler üretmek yerine, bu bilgiyi çatışmaları derinleştirmek, güç arayışını sürdürmek ve ekonomik çıkarları önceliklendirmek için kullanıyor.

Bilgi etik prensiplerden yoksun olduğunda

Bilginin etik bir çerçevede kullanılmaması durumunda ne gibi sonuçlara yol açabileceğinin çarpıcı bir örneği İsrail’in Gazze’deki soykırımda görülüyor. İnsan hakları örgütleri, İsrail’in “Lavender” ve “The Gospel” gibi yapay zeka tabanlı araçlar kullanarak hedef belirlediğini ve bu süreçte bireylerin dijital ayak izlerini analiz ederek potansiyel tehditler olarak sınıflandırıldığını rapor ediyor. Bu sistemler, sadece insanların sosyal bağlantılarını değil, aynı zamanda davranışlarını ve dijital etkileşimlerini de izliyor. Bu süreçte kullanılan verilerin doğruluğu ve etikliği ciddi tartışmalar yaratıyor.

Yerinden edilmiş Filistinliler
İbrahim Ebu Mustafa (REUTERS)

Human Rights Watch’a göre, bu sistemler, genellikle hatalı tahminlerde bulunarak masum sivilleri hedef alabiliyor. İsrail’in kullandığı algoritmaların, sivilleri doğrudan risk altına soktuğu hatta bazı durumlarda, masum insanların yalnızca telefon numaralarını değiştirdikleri için “şüpheli” olarak işaretlendikleri belirtiliyor.

Bir diğer örnek ise Rusya-Ukrayna savaşı. Bu savaş bilginin ve teknolojinin etik çerçevelerden uzak bir şekilde kullanıldığında nasıl tehlikeli sonuçlar doğurabileceğine dair önemli bir örnek teşkil ediyor. Ukrayna’nın, ABD tarafından sağlanan ATACMS (Army Tactical Missile Systems) adlı uzun menzilli balistik füzeleri kullanarak Rusya topraklarını hedef alması, savaşın boyutunu genişletti. 

Bu saldırılar sonrasında, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, ülkenin nükleer doktrinini güncelledi. Nükleer doktrin, bir ülkenin nükleer silahlarını ne zaman ve nasıl kullanacağını belirleyen resmi politikanın bir diğer ismi. Rusya’nın yeni doktrini, yalnızca nükleer saldırılara değil, aynı zamanda ülkenin egemenliğini tehdit eden konvansiyonel (nükleer olmayan) saldırılara da nükleer silahlarla karşılık verilmesini meşru kılıyor. Böyle bir değişiklik, teknolojinin stratejik üstünlük sağlamaktan öte, misilleme ve yıkımı daha da artırabileceğini gösteriyor.

Rusya’nın bu yaklaşımı, teknolojinin etik sınırların dışına çıktığında nasıl büyük tehditler doğurabileceğinin bir kanıtı. Modern savaş araçları ve bilginin kontrolsüzce kullanımı, yalnızca çatışmaları derinleştirmekle kalmıyor, aynı zamanda küresel güvenliği tehdit eden bir yıkım döngüsüne de yol açıyor.

ABD’deki son başkanlık seçimlerinde, sosyal medya platformlarında yayılan komplo teorilerinin, sahte haberler ve kutuplaştırıcı söylemlerin, milyonlarca seçmeni bilgiye dayalı değil, korku ve öfke gibi duygusal tepkilerle hareket etmeye sevk etmesi bir başka tür örnek olarak öne çıkıyor. Bu süreçte, yapay zeka destekli algoritmaların, kullanıcı davranışlarını manipüle ederek sahte haberlerin daha geniş kitlelere ulaşmasını sağlaması, bilginin bir “gerçeklik rehberi” olmaktan çok, bir propaganda aracı haline gelmesine yol açıyor. Bu noktada Altman’ın Zeka Çağı vizyonunu sorgulamak önem kazanıyor.

Tesla CEO’su ve X sahibi Elon Musk ve ABD başkanı Donald Trump
Pensilvanya / ABD
Carlos Barria (REUTERS)

Bilginin yetersizliği

İklim değişikliği, bilgi ve teknolojinin insanlık adına yetersizliğini en açık şekilde gözler önüne seren krizlerden biri. İnsanlık, son otuz yılda iklim değişikliğinin etkilerini durdurmak için belki de tarihinin en fazla bilgi ürettiği ve bu bilgiyi paylaştığı dönemi yaşadı. 1990 yılından bu yana Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC), küresel ısınmanın sebeplerini, etkilerini ve potansiyel çözümlerini detaylandıran altı kapsamlı rapor yayımladı. Bu büyük bilgi birikimi, henüz iklim değişikliğini durdurmakta bir başarı sağlamadı.

Karbon emisyonlarını azaltmak ya da küresel ısınmayı 1,5°C sınırında tutmak için yıllardır yapılan bilimsel çağrılara rağmen, bu hedeflerden uzaklaşmaya devam ediyoruz. Bugün, 2°C’lik bir artışın bile bu on yılın sonunda gerçekleşebileceği öngörülüyor. Tüm bu bilgiler ve veriler bir “çözüm ışığı” yerine, insanlığın bilgiye rağmen nasıl hareketsiz kalabildiğini ya da daha kötüsü, bilgiyi nasıl görmezden geldiğini gösteren bir “çıkmaz haritasına” dönüşüyor.

Filistinliler, Cebeliye mülteci kampında
yıkılmış evlerin önünden geçiyor.
Mahmoud Issa (REUTERS)

The Conversation’dan Luke Munn’ın da desteklediği gibi “Zeka Çağı” olarak adlandırılan bu dönemin gerçek yüzü, bilgi ve teknolojinin insanlığın temel problemlerini çözmekte yetersiz olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Çünkü sorunlarımız, yalnızca bilgi eksikliğinden kaynaklanmıyor, aynı zamanda insana özgü irrasyonel eğilimlerden, öfke ve korku temelli tepkilerden besleniyor.

Yapay zeka ve teknolojinin gerçek bir çözüm sunabilmesi için, etik değerlerin, empati duygusunun ve kolektif sorumluluğun ön planda olması gerekiyor. Halbuki mevcut sistemde, bilgi genellikle gücü elinde bulunduranların çıkarları doğrultusunda manipüle ediliyor.

Asıl soru şu: İnsanlık, bilgi çağının sunduğu imkanları barış, adalet ve sürdürülebilirlik için kullanmayı öğrenebilecek mi? Yoksa bu çağ, daha büyük bir kaos ve yıkımın habercisi mi olacak?
 Cevap ne olursa olsun, bu çağın geleceği, bilginin nasıl kullanıldığı ve bu bilgiye hangi etik değerlerin eşlik ettiğiyle belirlenecek. Bilgi çağını kurtarıcı bir döneme dönüştürmek için zaman daralıyor ve bu dönüşüm, yalnızca teknolojiye değil, insanın kendisine bağlı.

Kaynak: The Conversation, TRT World, Human Rights Watch, Reuters