Güneş sistemine yakın dev bir moleküler bulut keşfedildi

Rutgers Üniversitesi liderliğindeki bilim insanları, yıldız oluşumuna ev sahipliği yapabilecek dev bir gaz bulutu keşfetti. 

Rutgers Üniversitesi’nden astrofizikçi Blakesley Burkhart’ın liderliğindeki uluslararası bir ekip, Güneş’e ve Dünya’ya en yakın dev moleküler bulutlardan birini keşfetti. “Eos” adı verilen bu gaz bulutu, gökyüzünde tekil olarak gözlemlenen en büyük yapılardan biri olma özelliğini taşıyor. Bulutun keşfi, yıldızların ve gezegenlerin nasıl oluştuğunu anlamamıza katkı sağlayabilecek önemli bir gelişme olarak değerlendiriliyor.

Araştırmacılar, bu keşfi elektromanyetik spektrumun görünür olmayan bir bölgesinde, “uzak morötesi” (far-ultraviyole) ışıkla gerçekleştirdi. Genellikle moleküler bulutlar, radyo dalgaları veya kızılötesi ışınlar gibi daha geleneksel yöntemlerle tespit ediliyor. Ancak bu yöntemler çoğunlukla karbon monoksit (CO) molekülünün yaydığı sinyalleri esas alıyor. “Eos” ise karbon monoksit açısından fakir bir bulut olduğundan bu geleneksel yöntemlerle fark edilememişti. Araştırma ekibi, moleküler hidrojenin uzak morötesi ışıma yoluyla tespit edilmesini sağlayan yeni bir teknikle bu görünmeyen yapıyı ortaya çıkardı.

“Karanlıkta parlayan” hidrojen bulutu

Eos moleküler bulutunun sanatsal bir temsili. (Ilya Grigorik (London Skyline), YourCredit (Eos Cloud))

Eos, esas olarak hidrojen moleküllerinden oluşuyor. Hidrojen, evrendeki en hafif ve en bol element olup yıldızların ve gezegenlerin yapı taşlarını oluşturur. Moleküler hidrojen (H₂), genellikle doğrudan gözlemlenmesi en zor moleküllerden biridir çünkü çok az ışık yayar. Ancak ekip, bu moleküllerin floresan etkisiyle uzak morötesi dalga boylarında parladığını gözlemledi. Burkhart, “Bu bulut karanlıkta adeta parlıyor” diyerek keşfin ne kadar şaşırtıcı olduğunu vurguladı.

Eos, Dünya’dan yaklaşık 300 ışık yılı uzaklıkta bulunuyor. Gökbilimcilerin “Yerel Kabarcık” (Local Bubble) olarak adlandırdığı, Güneş sistemini çevreleyen büyük, sıcak ve seyrek bir gaz boşluğunun kenarında yer alıyor. Ay’ın gökyüzünde kapladığı alanın 40 katı kadar bir genişliğe sahip olan bu yapı, Güneş’in üç bin 400 katı kadar bir kütleye sahip. Ancak bilim insanları, bu bulutun yaklaşık 6 milyon yıl içinde buharlaşacağını öngörüyor.

Araştırmacılara göre Eos, yıldız oluşum sürecini anlamak için eşsiz bir fırsat sunuyor. Moleküler bulutlar, yıldızların doğduğu yerlerdir. İçlerindeki gaz ve toz, yerçekimi etkisiyle çökerek yıldızları meydana getirir. Burkhart, “Teleskoplarımızla sıklıkla yeni doğan yıldız sistemlerine tanıklık ediyoruz ancak bu sürecin ayrıntılarını tam olarak bilmiyoruz. Eos, moleküler bulutların nasıl oluştuğunu ve dağıldığını doğrudan gözlemleme imkânı sunuyor” dedi.

Kozmik şafağın izleri

Eos’un keşfi, Güney Kore’ye ait STSAT-1 adlı uydunun taşıdığı uzak morötesi tayfölçer (FIMS-SPEAR) sayesinde mümkün oldu. Bu cihaz, gelen ışığı bileşenlerine ayırarak bilim insanlarının analiz yapmasına imkân tanıyor. 2023 yılında kamuya açık hâle getirilen veriler, Burkhart’ın dikkatini çekmiş ve böylece Eos keşfedilmiş. Eos, aynı zamanda Burkhart ve ekibinin desteklediği yeni bir NASA görevine de adını veriyor. Bu görev, benzer yöntemlerle galaksinin diğer bölgelerinde de moleküler hidrojen bulutları aramayı hedefliyor.

Araştırma ekibi, yalnızca Dünya’ya en yakın değil, aynı zamanda evrende şimdiye kadar tespit edilen en uzak hidrojen moleküllerini de gözlemlediklerini belirtiyor. James Webb Uzay Teleskobu’ndan (JWST) elde edilen verilerle yapılan ön çalışmalarda, kozmik şafağa ait izlerin gözlemlenmiş olabileceği bildirildi.

“Evrenin hikayesi, atomların milyarlarca yıl süren yeniden düzenlenişinin hikayesidir,” diyen Burkhart, Eos’taki hidrojenin Büyük Patlama’dan beri var olduğunu ve sonunda galaksimize düşerek Güneş sisteminin yakınında toplandığını söylüyor. Bu bağlamda Eos’un keşfi, yalnızca bilimsel değil, aynı zamanda felsefi açıdan da büyük anlam taşıyor.

Bu bulut, yalnızca gökbilimcilerin değil, evrene dair merak duyan herkesin ilgisini çekecek nitelikte bir keşif olarak kayıtlara geçti. Gökbilimciler şimdi gözlerini, evrenin diğer karanlık köşelerinde saklanıyor olabilecek benzer yapılara çevirmiş durumda.

Bu keşif, evrenin gizemlerini çözmek için yalnızca güçlü teleskoplara değil, aynı zamanda yenilikçi bakış açılarına da ihtiyaç olduğunu bir kez daha gösteriyor.

Kaynak: Eurekalert