Dijital çağda özgürlük vaatleri, demokrasiyi zayıflatan ve insanları ürüne dönüştüren bir teknofeodal düzene dönüşüyor.
Dijital çağda özgürlük vaatleri, demokrasiyi zayıflatan ve insanları ürüne dönüştüren bir teknofeodal düzene dönüşüyor.
Dijital teknolojilerin yaşamın her alanını dönüştürdüğü 21. yüzyılda, demokrasi beklenmedik bir tehdit altında. Özgürlük, katılım ve şeffaflık vaatleriyle büyüyen dijital ekosistem, giderek “teknofeodalizm” olarak adlandırılan yeni bir sosyo-ekonomik yapıya evriliyor. Bu yapı, büyük teknoloji şirketlerinin ekonomik ve politik gücü birlikte yürütmesiyle şekilleniyor. Bir zamanlar kullanıcıları, bilgiye sınırsız erişim ve küresel ölçekte etkileşim imkanlarıyla heyecanlandıran platformlar, bugün vatandaşları birer “dijital köylü” konumuna iterek, demokrasinin temel değerlerini aşındırma potansiyeli taşıyor.
Peki, bu dijital dönüşümün merkezinde ne var ve demokrasinin gidişatı nasıl etkilenecek? Ekonomist Yanis Varoufakis’in “Technofeudalism: What Killed Capitalism” adlı eserinde ele aldığı teknofeodalizm kavramı, bu sürece kapsamlı bir açıklama getiriyor. İnternetin başlangıçtaki “herkesi güçlendirme” iddiası, nasıl oldu da birkaç büyük platformun kontrolüne bırakıldı? Bireyler, dijital dünyanın ana aktörleri iken, hangi noktada “ürün” haline dönüştüler? Bu sorular, dijital çağda demokrasinin çöküşünü daha iyi anlamak için önemli ipuçları veriyor.
Dijital demokrasiden dijital diktatörlüğe
Dijital platformlar, ortaya çıktıkları ilk dönemde kamusal tartışma alanının genişlemesi yönünde büyük umutlar doğurdu. Özellikle sosyal medya, katılımı kolaylaştırma ve çeşitlendirme iddiasıyla desteklendi. Kamusal alan kavramı, fiziksel mekanın ötesine geçip siber dünyaya genişledi. Teorik olarak, farklı ideolojiler, toplumsal kesimler ve kültürel arka planlar siber dünyada buluşup yeni bir diyalog zemini oluşturdu. Bu iyimser tablo kısa sürede gölgelenmeye başladı.
Bugün gelinen noktada sosyal medya platformları bir dijital kamusal alan yaratmaktan çok toplumu kutuplaştıran bir mekanizmayla işliyor. Rapor Bülteni Direktörü Ömer Burak Tek Anadolu Ajansı’na yazdığı bir analizde, sosyal medya platformlarında “yankı odaları” ve “filtre balonları” olarak bilinen mekanizmaların toplumu giderek daha fazla kutuplaştırdığına dikkat çekiyor. Ona göre sosyal medyada ‘yankı odaları’ oluşuyor, yani kullanıcılar sadece kendi düşüncelerini onaylayan içeriklerle karşılaşıyor. Filtre balonları ise algoritmaların benzer içerikleri sürekli önererek farklı fikirlere erişimi kısıtladığı bir kısır döngü yaratıyor.
Ömer Burak Tek, “Algoritmalar, genellikle daha şok edici, duygusal ya da aşırı kutuplaştırıcı paylaşımları ön plana çıkararak toplumsal diyalogları daraltıyor ve toplumda benzer görüşlerin etrafında toplanan kapalı devre grupların oluşmasına yol açıyor.” diyor. Başlangıçta katılımı artırma amacıyla tasarlanan bu platformlar, farklı görüşlerin paylaşımını engelleyerek gerçekle bağı koparma riski taşıyor.
Halkın iradesini yansıttığı iddia edilen platformlarda, kimin ne gördüğü, hangi bilginin yayıldığı ve kimin susturulduğu, nihayetinde algoritmaların insafına kalıyor. Algoritmalara yönelik şeffaflık talebi arttıkça, teknoloji şirketlerinin ticari sırlar bahanesiyle bu taleplere karşı direnç göstermesi, “platform-kullanıcı” ilişkisinde tek taraflı bir güç dengesizliği yaratıyor. Demokratik ortamın sağlıklı işleyebilmesi için gerekli olan tarafsız, kapsayıcı ve derinlemesine tartışma kültürü ise zarar görüyor.
Teknofeodalizmin yükselişi: Yeni bir dijital düzen
Dijital platformların ekonomik faydalar uğruna yeni bir dijital düzenin temellerini attığı söyleniyor. Yanis Varoufakis’in ele aldığı teknofeodalizm kavramı tam bu noktada devreye giriyor. The Guardian’a verdiği röportajda Varoufakis, geleneksel kapitalizmde piyasa mantığının rekabete dayalı iken, teknofeodalizmde platformların yalnızca kendi veri kaynaklarına hükmettiğine değiniyor. Varoufakis, büyük platformları “dijital” şatolara, kullanıcıları ise bu şatolarda çalışanlara benzetiyor. Dijital platform kullanıcılarını, verilerini kontrol edemeyen ancak bu platformlara bağımlı bir şekilde onları zenginleştiren modern köleler olarak tanımlıyor.
Bu benzetme, tek bir kişinin (veya küçük bir grubun) kontrol ettiği devasa bir mülkün varlığına işaret ediyor. Örneğin Amazon’un çevrimiçi alışverişte, Google’ın arama motorlarında ve Facebook’un sosyal medya etkileşiminde sağladığı tekel gücü, rekabetçi pazar prensibini fiilen geçersiz kılıyor. “Her binanın tek bir adama ait olduğu, yürüdüğünüz sokakların algoritmalarla belirlendiği bir kasaba düşünün,” diyor Varoufakis. Bu aslında, serbest piyasa ilkelerini ortadan kaldıran, bilgi akışını ve veri mülkiyetini tekelleştiren bir sistemin tasviri.
Teknofeodalizm ve onun her şey üzerindeki etkisi
Teknofeodalizm yalnızca ekonomik işleyişi değil, politik yapıyı, toplumsal ilişkileri ve küresel eşitsizliği de derinden etkiliyor. The Guardian’ın başka bir analizinde, bu tekellerin meşru siyasal otoriteler gibi davrandığı, hatta kamu hizmeti gören temel altyapıları (dijital iletişim, bulut depolama, yapay zeka) yöneterek devletlerin geleneksel rolünü üstlenmeye başladığı vurgulanıyor. Bu aşamada, “kamuya ait olması gereken” alan, özel şirketlerin hükmünde şekilleniyor.
Project Syndicate’in analizine göre, internet üzerinden elde edilen karlar coğrafi olarak eşit dağılmıyor. Amazon, Facebook ve Google gibi platformlar, verilerin ve dijital etkileşimin zenginliğini kendi merkezlerinde topluyor. Geleneksel ekonomide üretim ve emek üzerinden dağıtılan gelir, artık veri üzerinden şekillenen büyük karlar ile yer değiştiriyor.
Endüstriyel dönemde işçi sınıfı, üretim bandındaki emek gücü üzerinden sömürülürken, teknofeodal dönemde kullanıcıların her hareketi, algoritmik olarak izlenip kayıt altına alınan bir ürün haline geliyor.
Tekno-Feodalizm üzerine…
— Selçuk Bayraktar (@Selcuk) December 21, 2024
On Techno-Feudalism…
📍 Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi
📺: https://t.co/Luf50dOxsV pic.twitter.com/KoSazAcjAy
Baykar Yönetim Kurulu Başkanı Selçuk Bayraktar, Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi’nde yaptığı bir konuşmada, günümüz dijital düzenini feodal dönemin bugüne uyarlanmış bir versiyonu olarak değerlendiriyor. “Feodal dönemleri hatırlayalım. Nasıl dönemler? İşte derebeyi var. Altında kendi emrinde çalışan memurları var, sahip oldukları bir arazi var. Derebeyi de kırk yılın başı bir selam veriyordu, görüyordun,” diyerek geçmişteki feodal sisteme bir atıfta bulunuyor.
Bayraktar, modern dünyadaki yeni dijital düzenin bireylerin özel yaşamlarını tamamen gözetim altına aldığını vurguluyor ve şunları ekliyor: “Şimdi tekno-feodalizm öyle değil ki. Nabzından attığın adıma, yatak odana, konuştuğun her kelimeye, düşündüğün her şeyi sayıyor, hepsini depoluyor. Sen ürünsün. En nihayetinde ürünüz biz.” Dijital teknolojilerin kullanıcıları birer ürün haline getirdiğini belirterek, “Sosyal medyada satılan şey ne? Bizim ilgimiz, dikkatimiz. Ürün biziz yani. Sosyal medya bizi satıyor. Kullandığımız bütün cihazlar bizim verimizi satıyorlar, bütün teknolojiler. Şimdi bu çok insani değil. Zaten muhakkak bir yerlerden çökecektir,” ifadeleriyle bu düzenin sürdürülemezliğine dikkat çekiyor.
Yeni bir dijital demokrasiye doğru
Tüm bu karamsar tabloya rağmen, çözümsüz bir soruna mahkum olduğumuzu söylemek için henüz erken. Uzmanlar, e-demokrasi uygulamalarının hala önemli bir potansiyel taşıdığına dikkat çekiyor. Çevrimiçi katılım araçları, dijital referandumlar ve şeffaf veri yönetimi gibi yenilikçi uygulamaların, kamuoyu ile karar alıcılar arasındaki etkileşimi güçlendirebileceği ifade ediliyor. Bu tür bir dönüşümün gerçekleşmesi kolektif bir çaba gerektiriyor.
Dijital dönüşümü yönlendiren aktörlerin, hem siyasi hem de ekonomik anlamda etkin bir şekilde denetlenmesi, yeni bir dijital demokrasinin inşası için kritik bir adım olarak öne çıkıyor.
Tarihsel örnekler ise hiçbir düzenin ebedi olmadığını hatırlatıyor. Orta Çağ’ın feodal sistemleri nasıl tarihin derinliklerinde kaldıysa, günümüzde de “dijital şato” sahiplerine karşı toplumsal bir tepkinin yükselebileceği ihtimali var. Adalet, şeffaflık, katılım ve özgürlük değerleri temelinde şekillenecek bir dijital kamusal alan, hala mümkün.
Bu noktada hedeflerin kendiliğinden gerçekleşmeyeceğini unutmamak gerekiyor. Toplumsal hareketlerin, devlet kurumlarının, sivil toplum kuruluşlarının ve küresel aktörlerin iş birliği içinde harekete geçmesi hayati önem taşıyor.
Esas mesele, bu yeni düzene teslim olmamak. Çünkü önümüzdeki temel soru şu: Halkın çıkarları doğrultusunda şekillenen bir dijital demokrasi mi inşa edeceğiz, yoksa yalnızca birkaç tekelin çıkarlarına hizmet eden ve insanları birer “ürün” olarak gören bir teknofeodal sisteme mi boyun eğeceğiz? Bu sorunun cevabı, yaşadığımız ve gelecekte yaşayacağımız dünyanın geleceğini belirleyecek.
Kaynak: Anadolu Ajansı, The Guardian, Project Syndicate, Medium