Özel haber: Dezenformasyon, beynimizin hızlı ve sorgusuz karar alma mekanizmalarını hedef alarak gerçeği çarpıtıyor. Bu tehlike, yalnızca bireylerin değil, toplumların da geleceğini şekillendiren bir güç haline geliyor.
Özel haber: Dezenformasyon, beynimizin hızlı ve sorgusuz karar alma mekanizmalarını hedef alarak gerçeği çarpıtıyor. Bu tehlike, yalnızca bireylerin değil, toplumların da geleceğini şekillendiren bir güç haline geliyor.
Dijitalleşmenin ivme kazandığı modern dünyada, bilgiye erişim hiç olmadığı kadar kolay. Bu kolaylık, beraberinde başka bir karmaşayı da getiriyor: doğru ve yanlış bilgi arasındaki sınırın bulanıklaşması. Günümüz bilgi ekosisteminde, sosyal medya platformlarından haber sitelerine kadar geniş bir alanda sahte bilgi yani dezenformasyon hızla yayılıyor. Yanıltıcı bilgiler, bireylerin inançlarını etkilediği gibi toplumsal düzeyde önemli kararlara da yön verebiliyor. Bu nedenle, dezenformasyonun bireyler üzerindeki etkilerini anlamak yalnızca bir medya sorunu değil, aynı zamanda bir insan zihni sorunu olarak da karşımıza çıkıyor.
Bu noktada, insan beyninin dezenformasyon karşısındaki rolü hayati bir önem taşıyor. Beyin, bilginin doğruluğunu nasıl değerlendiriyor? Yanlış bilgiye maruz kaldığında neden buna inanmaya eğilim gösteriyor? Nöropsikolog ve Öğretim Görevlisi Zahide Çakır Çilesiz’in bu konudaki açıklamaları, dezenformasyonun zihin üzerindeki etkilerini anlamak için önemli bir rehber oluyor. 2N News’e konuşan Çilesiz, bu sorulara yanıt ararken, bu konuların hala tam anlamıyla yanıt bulunmayan ve gelecekteki çalışmalarla desteklenerek açıklığa kavuşturulabilecek konular arasında yer aldığını söylüyor.
Çilesiz, dezenformasyonun insan beyni üzerindeki etkilerini değerlendirirken, beynin yalnızca bilginin doğruluğunu değil, aynı zamanda bağlamını ve sunum biçimini de değerlendirdiğinden bahsediyor. Yanlış bilgilerin etkisi, beynin karmaşık ve sezgisel süreçlerle bilgiyi işlemesinden kaynaklanıyor.
Çilesiz, yanlış bilgiye inanmanın altında yatan nöropsikolojik süreçlere dikkat çekiyor. Beynin, aşinalık, tekrar ve duygusal etki gibi faktörlerle nasıl manipüle edilebileceğini açıklıyor. Bu bağlamda, bireylerin doğru bilgiye ulaşma ve dezenformasyona karşı direnç geliştirme yollarını anlamak, yalnızca bireysel farkındalık için değil, aynı zamanda toplumsal dayanıklılık için de hayati bir önem taşıyor.
Dezenformasyonun nöropsikolojik temelleri
Dezenformasyon, kasıtlı olarak yanıltıcı ya da yanlış bilgilerin yayılması olarak tanımlanıyor. Özellikle sosyal medya platformları, bu tür bilgilerin hızla yayılmasına olanak tanıyarak bireylerin algılarını ve karar alma süreçlerini etkiliyor. Dezenformasyonun bu kadar etkili olmasının nedenlerinden biri, insan beyninin bilgiyi işleme biçimiyle ilgili. Çilesiz, beynimizin sıkça tekrar eden bilgilere inanma eğiliminde olduğunu vurguluyor. Bu eğilim, “aşinalık” ve “yanıltıcı doğruluk etkisi” olarak bilinen psikolojik fenomenlerle açıklanıyor.
Çilesiz, yanıltıcı doğruluk etkisini şu sözlerle ifade ediyor: “Yanıltıcı doğruluk etkisi, tekrar eden bilginin doğru olduğuna inanma eğilimini ifade eder. Bu, sosyal medyanın dezenformatik bilgiyi yaymak için en çok kullandığı açık alanlardan biridir. Beynimizin aşinalık etkisine olan eğilimini kullanırlar.”
Yani, bir bilgi ne kadar çok tekrarlanırsa, beynimiz o bilginin doğruluğunu sorgulamadan kabul etmeye daha yatkın hale geliyor. Çilesiz, bu sürecin temelinde “bilişsel akıcılık” olarak bilinen bir mekanizmanın yattığını belirtiyor:
“İnsanlar, bir bilginin ya da ifadenin doğru olup olmamasından bağımsız olarak, tekrarlandığında o bilgiye daha çok inanma eğilimi gösteriyorlar. Bunun bir nedeni de bilişsel akıcılık (cognitive fluency) dediğimiz bir kavramdır. Bazı literatürlerde buna algısal akıcılık da denir. Bir bilgi tekrarlandıkça daha aşina hale gelir ve zihinsel olarak işlenmesi kolaylaşır. Bu akıcılık hissi, insanlarda bilginin doğruluğuna dair bir algı oluşturabilir. Yani, bilgi çok kolay algılanıyor ve zihinde hızlı işleniyorsa, insanlar o bilgiye ‘Bu doğru olabilir,’ diye inanma eğiliminde oluyorlar.”
Başka bir deyişle, tekrar eden bilginin tanıdık gelmesi, o bilginin doğru olduğu yanılgısını yaratabiliyor. Çilesiz ayrıca, yeni ve bilinmeyen bilgilerin beyin için genellikle stres kaynağı olduğunu belirtiyor ve bunu dezenformasyonla şu şekilde ilişkilendiriyor: “Çaba harcamadan, konfor alanınızın dışına çıkmazsınız. Yeni olanın belirsizliği, uyumsuzluğu ya da yeni bilgiyi özümseme süreci var olan şemalarınızın dışında yeni bir şema edinme süreci yaratır. Aşinalık ve tanıdık olanı tercih etme eğilimi, belirsizliğin ve kaygının azaltılmasıyla ilişkilidir. Çünkü yeni olan, bazı insanlar için kaygı yaratabilir. Yeni bilgiyi öğrenmek için harcanacak efor da insanlar üzerinde stres oluşturabilir.”
Dezenformasyonun cazibesinin arkasında bu psikolojik mekanizmalar yer alıyor. İnsan beyni, sahte bilginin doğrusunu görse dahi, bu doğru bilgiyi sonradan işlemek bir stres kaynağı olduğu için aşina olduğu ve ilk gördüğü bilgiyi doğru olarak kabul edebiliyor. Çilesiz’in açıklamaları, dezenformasyonun yalnızca bilgi kirliliği yaratmakla kalmayıp, insan zihninin temel işleyiş biçimlerini hedef aldığını ortaya koyuyor.
Dual sistem teorisi ve dezenformasyon
Beynimiz, bilgi işleme sürecinde iki ana sistem kullanılıyor: Aşağıdan yukarı işleme ve yukarıdan aşağı işleme. Çilesiz, bu sistemlerin nasıl çalıştığını ve dezenformasyonun bu mekanizmalar üzerindeki etkisini detaylı bir şekilde açıklıyor.
Çilesiz, bu süreçlerin temelini şu şekilde anlatıyor: “Genel olarak, bilgi işleme süreçleri iki ana sistem üzerinden gerçekleşiyor. Bu sistemlere ‘Dual Sistem Teorisi’ deniliyor. İlki, aşağıdan yukarıya işleme (bottom-up processing) olarak adlandırılıyor. Bu sistem, daha otomatik, alışkanlıklarımıza ve bilinçdışımıza dayalı. Az çaba gerektiren, daha öznel ve hızlı bir bilgi işleme sürecidir. Bu süreçte beyin, mental enerjiyi ve nöronal aktiviteyi minimum seviyede kullanır. Bu nedenle daha az analitik ve eleştirel bir bilgi işleme yöntemi olarak tanımlanır.”
Yani, aşağıdan yukarı işleme, beynin daha hızlı ve daha az enerji harcayan, dolayısıyla analitik olmayan bir yolla bilgiyi değerlendirdiği bir süreç olarak öne çıkıyor.. Bu sistem, çevreden gelen verileri hızla işliyor ancak detaylı bir analiz yapmadan tepki veriyor. Bu nedenle, yanlış bilgiler genellikle bu işleme sistemini tetikleyerek hızla kabul edilir hale geliyor.
Çilesiz, ikinci sistem olan yukarıdan aşağı işleme hakkında ise şunları söylüyor: “Yukarıdan aşağıya işleme (top-down processing) olarak bilinir. Bu sistemde, analitik ve eleştirel düşünme, bilinçli farkındalık, mantıksal çıkarımlar ve problem çözme süreçleri devreye girer. Yukarıdan aşağı işleme, daha nesnel ve sistematik bir bilgi değerlendirmesini içerir. Bu süreç, beynin daha yüksek bilişsel işlevlerinin aktif olduğu ve bağlama dayalı bir analiz yapıldığı bir işleme biçimidir.”
Bu sistem, daha karmaşık ve enerji gerektiren bir süreç. İnsanların doğru bilgiye ulaşmak için bilinçli bir çaba sarf ettiği, bilgiyi bağlam içinde değerlendirdiği ve mantıklı çıkarımlar yaptığı bir bilgi işleme yöntemi olarak çalışıyor.
Dezenformasyonun yayılmasındaki başarı, genellikle aşağıdan yukarı işleme sistemini tetiklemesinden kaynaklanıyor. Çilesiz, bu bağlantıyı “Dezenformasyon, özellikle aşağıdan yukarı işleme sistemini tetikleyen unsurlara sahiptir. Bu nedenle, yanlış bilgilerin cazibesi ve hızla benimsenmesi büyük ölçüde bu mekanizmalarla açıklanabilir.” sözleriyle ifade ediyor.
Yanlış bilgiler, genellikle duygusal, çarpıcı veya dikkat çekici içeriklerle sunularak beynin daha hızlı, az çaba gerektiren bu işlem sistemini kullanmasını sağlıyor. İnsanlar bilgiyi derinlemesine analiz etmeden, kabul etmeye yatkın hale geliyor.
Bu bağlamda, dezenformasyonla mücadelede yukarıdan aşağı işleme sistemini devreye sokmak, bilinçli farkındalık ve eleştirel düşünme becerilerini artırmak hayati bir önem taşıyor.
Öfke ve korkunun rolü
Dezenformasyonun etkisini artıran en önemli faktörlerden biri, duyguların bu süreçteki rolü. Zahide Çakır Çilesiz, duygusal içeriklerin dezenformasyonun yayılmasındaki etkisini şu şekilde açıklıyor: “Korkunun şöyle bir etkisi var: Mesajların hızlı yayılmasını artırıyor. Öfke ise kişilerin sorgulama yetisini en aza indirgeyen bir duygu. Bu nedenle öfkeyi ve kızgınlığı artıracak mesajlar yayıldığında, sorgulama ve eleştirel düşünme dediğimiz interactive süreçler adeta devre dışı kalıyor. Böylece dezenformatik bilgi çok daha kolay yayılıyor.”
Dezenformasyonun yayılmasında en etkili duygulardan biri olan korkunun nöropsikolojik temelini Çilesiz şöyle açıklıyor: “Korku, insanların en hızlı tepki verdiği bir duygudur. Korku tehdit algısını tetikler. Tehdit algısı amigdala tarafından yönetilir ve bedeni harekete geçirir. Amigdala, tehdit karşısında davranışı en hızlı yönlendiren beyin yapısıdır. Normalde bir davranış üretirken daha uzun bir süreç işler. Ancak tehdit algısı oluştuğunda bu süreç çok hızlı bir şekilde devreye girer. Mikro saniyeler içinde karar alınır ve hareket edilir.”
Dezenformasyon üretenler, bu mekanizmaları etkili bir şekilde kullanıyor. Çilesiz bu stratejiyi “Dezenformasyon bilgiyi üretenler, korkuya hızlı tepki verilmesini kullanır. Tehdit içeren mesajların araştırılmadan çok hızlı bir şekilde aktarılacağını bilirler. Sosyal ortamlarda bu tür mesajlar hızla paylaşılır ve yayılır.” şeklinde açıklıyor.
Çilesiz bu noktada öfke duygusunun kullanımına da dikkat çekiyor:“Öfke kişilerin sorgulama yetisini en aza indirgeyen bir duygu. Bu nedenle öfkeyi ve kızgınlığı artıracak mesajlar yayıldığında, sorgulama ve eleştirel düşünme dediğimiz interactive süreçler adeta devre dışı kalıyor.”
Bu nöropsikolojik süreçler, özellikle sosyal medyada sıkça gözlemleniyor. Dikkat çekici başlıklar ve tehdit içeren içerikler, korku ve öfke gibi güçlü duygular yaratarak bireylerin bilgiyi eleştirel bir şekilde değerlendirme sürecini devre dışı bırakıyor. Bu tür içeriklerin viral yayılımı, bireylerin duygusal tepkilerle hareket etmesini kolaylaştırıyor.
Çilesiz’in açıklamaları, duyguların dezenformasyon üzerindeki etkisini anlamak için kritik çünkü duygular, dezenformasyonun hızlı ve geniş çaplı yayılmasına zemin hazırlıyor.
Yanlış bilginin hafızada kalıcılığı: Sürekli etki fenomeni
Yanlış bilginin düzeltilmesi, bireylerin bu bilgiyi hafızalarından tamamen silmesi için genellikle yeterli olmuyor. Psikolojide “Continued Influence Effect” (Sürekli Etki Fenomeni) olarak bilinen bu durum, bireylerin doğru bilgiyle karşılaşmalarına rağmen eski, yanlış bilgiye inanmayı sürdürmeleriyle tanımlanıyor.
Çilesiz, bu olguyu şu şekilde açıklıyor: “Şöyle ki, insanlar bir bilgiyi zihnine kaydeder, o bilgiye ait bir hafıza kodlar. Eğer bu bilgi bir olaysa, zihinde bir olay hafızası oluşur. Şimdi, doğru bilgiyle karşılaşıldığında, eski bilginin zihinden geri çekilmesi ve yerine yenisinin yerleştirilmesi gerekir. Ancak bazı insanlar, eski ve yeni bilgiyi aynı anda tutabiliyor. Bu durumda, eski bilgi zihinde daha güçlü kalırken, yeni bilgi daha zayıf bir şekilde kodlanıyor ve eski bilgi hafızada etkisini sürdürmeye devam ediyor.”
Yanlış bilginin hafızadan tamamen silinmesi için doğru bilginin yalnızca sunulması değildir; aynı zamanda doğru bilginin eski bilgiyle aynı bağlamda sunulması ve güçlü bir şekilde kodlanması gerekiyor. Çilesiz, düzeltici bilginin en az yanlış bilgi kadar dikkat çekici olması gerektiğini söylüyor:
“Eğer düzeltme bilgisi, dezenformatik bilgiyle aynı bağlamda, mekansal ve zamansal olarak aynı platformda sunulursa, bu yanlış bilgiyi hafızadan geri çekmeyi sağlar. Ancak bağlam farklıysa, örneğin bir haberi Twitter’da gördünüz ama düzeltmeyi gazetede ya da bir web sitesinin az ziyaret edilen bir köşesinde okudunuz, bu durumda düzeltme etkili olmaz. Düzeltici bilginin dikkat çekiciliği ve duygusal etkisi de en az yanlış bilgi kadar güçlü olmalıdır.” Dezenformasyona karşı verilen tepkiler, bireyin eğitim düzeyi, duygusal zekası ve kişilik özellikleri gibi birçok faktörden etkileniyor. Çilesiz, bu bireysel farklılıkların mekanizmasının insanlarda farklı işlediğini söylüyor:
Dezenformasyonla mücadele
“Bazı insanlar, ‘Sistem 1’ olarak adlandırılan, aşağıdan yukarıya işleyen sistemi kullanarak bilgiyi işler, yorumlar ve anlamlandırır. Bu insanlar, bilgiyle hızlı bir şekilde bağ kurar ve karar alma süreçlerinde daha otomatik davranır. Diğerleri ise eleştirel düşünmeye daha yatkındır ve ‘Sistem 2’ olarak adlandırılan, yukarıdan aşağıya işleyen süreçleri devreye sokar. Aslında hepimizde bu iki kapasite de bulunmaktadır. Ancak bu süreçleri etkin bir şekilde kullanabilmek için mental olarak buna yönlendirilmemiz, sağlıklı bir zihin durumunda olmamız ve yorgunluktan kaçınmamız gereklidir.”
Çilesiz, analitik düşünmenin önemini de şöyle ifade ediyor: “Analitik düşünme becerisi gelişmiş bireyler, dezenformasyonu sorgulama ve analiz etme eğilimindedir. Ancak analitik düşünmeye başvurmayanlar, duygusal olarak tetiklenen bilgileri doğru kabul etme eğilimindedir. Duygusal zekâsı düşük bireyler, öfke ve korku gibi duygulara daha kolay kapılır ve bu duyguların yarattığı dezenformasyon etkisine daha yatkın hale gelir.”
Dezenformasyonla mücadele, kurumların ve bireylerin aktif katılımını gerektiriyor. Çilesiz, bireylerin düşünme ve bilgi işleme süreçlerini geliştirmesi gerektiğini vurguluyor: “Bireysel olarak duygusal farkındalığımızı artırmalı ve dijital dünyada karşılaştığımız bilgileri hemen kabul etmek yerine sorgulamalıyız.”
Duygusal farkındalık, manipülatif ve duygusal olarak yüklü bilgilere karşı bireylerin daha dirençli hale gelmesini sağlıyor. Ancak Çilesiz, tüm stratejilere rağmen insanların eğitim seviyeleri, bilişsel yetenekleri ve düşünme yöntemlerindeki farklılıkların, dezenformasyonla mücadelede tam başarıya ulaşmayı zorlaştırdığını belirtiyor ve şunları ekliyor:“Bazı bireyler, yanlış bilgiyi düzeltmelerle bile kabul etmeyebilir. Eğitim ve stratejiler bu direnci azaltabilir, ancak tamamen ortadan kaldırılması mümkün değildir.”
Yine de, bireylerin eleştirel düşünmeyi benimsediği ve medya okuryazarlığını geliştirdiği bir senaryoda dezenformasyonla mücadelede önemli bir ilerleme sağlanabilir. Çilesiz, toplumların bu konuda daha bilinçli ve kararlı adımlar atmasının önemine değinerek, doğru bilginin yayılması ve eleştirel düşüncenin teşvik edilmesi gerektiğini belirtiyor.
Dezenformasyonun bireyler ve toplumlar üzerindeki yıkıcı etkilerini azaltmak için, bu tuzakların nasıl işlediğini anlamak ve güçlü bir toplumsal direnç oluşturmak, gelecekte daha bilinçli bir dünya inşa etmenin anahtarı olabilir.
Kaynak: 2N News