Bir kız bir erkek; peki nasıl? 

The Royal Society’de yayınlanan yeni bir makalede, insanlarda cinsiyet oranın yarı yarıya olması ve altında yatan nedenler araştırılıyor. 

16 Ekim 2024’te Proceedings of the Royal Society B dergisinde yayınlanan, Michigan Üniversitesi’nden Siliang Song ve Jianzhi Zhang isimli bilim insanlarının yürüttüğü bir çalışma, insanlarda cinsiyet oranının neredeyse 1:1 olmasının genetik nedenlerini araştırıyor. 

Doğal seçilim ve cinsiyet oranı alanında en çok kabul gören teorilerden biri olan Fisher ilkesinin genetik altyapısını deneylerle araştıran bu çalışma; Darwin’in 1871’de ortaya attığı ‘Cinsiyete İlişkin Seçilim’ teorisinden, A. William Edwards’ın 1998’de kaleme aldığı ‘Fisher’ın Kaynakları’ makalesine kadar tüm genetik literatürünün tekrar sorgulanmasını amaçlıyor.

Siliang Song – Michigan Üniversitesi / Ekoloji ve Evrimsel Biyoloji Araştırmacısı

Fisher ilkesi

İnsanlarda cinsiyet oranı, pek çok bilim dalının inceleme alanına dahil edilebiliyor. Cinsiyet oranı konusu, antropoloji, sosyoloji ve biyoloji gibi bilim dalları çerçevesinde incelenebiliyor. Biyoloji çerçevesinden incelendiğinde insanlarda cinsiyet oranını incelemek için insanda cinsiyeti belirleyen genetik yapılara mercek tutuluyor. 

Genetik farklılıklardan dolayı oluşan istisnalar dışında, insanda bulunan 23 çift kromozomdan bir çifti, cinsiyet belirlemede rol oynuyor. Bu cinsiyet belirleyici kromozom çiftleri kadınlarda XX, erkeklerde ise XY olarak bulunuyor. Bu nedenle bir insan embriyosunun cinsiyeti sperm hücresi tarafından taşınan X veya Y kromozomuyla belirleniyor.

Genetik alanında şimdiye dek bilinenlere göre, insanlarda sperm hücreleri rastgele bir şekilde X veya Y kromozomu taşıyor. Döllenme sırasında yumurta hücresi, -tek yumurta ikizi durumu hariç- bir sperm hücresiyle birleşiyor. Eğer X kromozomu taşıyan bir sperm yumurtayı döllerse dişi bir bebek; Y kromozomu taşıyan bir sperm yumurtayı döllerse erkek bir bebek oluşuyor.

İstisnalar dışında bulunan bu iki olasılığın gerçekleşme oranı insan nüfusunda 1:1 olarak biliniyor. Bunun anlamı dünyadaki kadın ve erkek sayısının birbirine neredeyse eşit olması. Yapılan araştırmalara göre tüm dünya nüfusu içinde 100 kadın başına 101 erkek düşüyor. Bu şaşırtıcı dengenin sebebi, yüzyıllardır merakla araştırılıyor. 

İnsanlarda cinsiyet oranının yarı yarıya olmasını açıklayan en yaygın görüşlerden biri de Fisher ilkesi. 1930’da Ronald Fisher tarafından Doğal Seçilimin Genetik Teorisi adlı kitabında temelleri atılan Fisher ilkesi, sebebi bilimsel olarak deney ve gözlemle kanıtlanamayan bir gerçekten bahsediyor.

Fisher ilkesi insanlarda cinsiyet oranının bir şekilde mutlaka 1:1 oranında sabitleneceğini ifade ediyor. Ronald Fisher’a göre, erkek ve kadın sayısının eşit olmadığı durumlarda, henüz gözlemlenemeyen genetik yatkınlıklar sayesinde cinsiyet oranı tekrar yarı yarıya sabitleniyor. 

Örneğin, savaş nedeniyle erkek nüfusunun düştüğü toplumlarda, savaşta kayıp veren jenerasyonun çocuklarında erkek sayısının arttığı görülüyor. Erkek ve kadın sayısının çevresel faktörlerle eşitsizlendiği durumlarda bile zamanla 1:1 oranında sabitlenmesine Fisher ilkesi adı veriliyor.

Fisher ilkesi dünyanın farklı yerlerinde farklı şekillerde görülse de, bilimsel olarak açıklanamıyor. Michigan Üniversitesi’nden bilim insanlarının yürüttüğü çalışmada Fisher ilkesinin genetik nedenleri araştırıldı.

İngiltere’de yürütülen çalışma kapsamında Genomics England Biobank’ın verileri detaylıca incelendi. Elde edilen verilerle insanlarda cinsiyet oranının potansiyel evrimiyle ilgili simülasyonlar oluşturularak insan cinsiyet oranında genetik mimarinin etkisi araştırıldı. Yapılan analizler sonucunda insan cinsiyet oranı ile genetik yatkınlıklar arasındaki ilişkinin Fisher ilkesiyle uyumlu olduğu görüldü.

Bu çalışma, Fisher ilkesinin genetik olarak açıklanabileceğini gösteriyor. Henüz tam olarak ortaya konmasa da genetik verilerle oluşturulan simülasyon sonuçlarının Fisher ilkesiyle uyumlu olması, bu alanda daha çok deney ve gözleme dayalı çalışma yapılmasını teşvik ediyor. İnsanlarda cinsiyet oranının bu sarsılmaz dengesinin altında yatan nedenler, daha çok araştırılmayı bekliyor.

Kaynak: The Royal Society