Bilimi yavaş yavaş öldüren bir şeyler var 

Ponzi şemasına döndüğü öne sürülen akademik yayıncılığın geleceği ne olacak? 

Bilimsel yayıncılığın artan kariyer odaklı yapısı, bilimin özünü zedeleyerek kişisel hırsları ön plana çıkarıyor. Àlex Gómez-Marín, bu durumu milyarlarca dolarlık bir Ponzi şemasına benzetiyor ve bilimin bu yapıdan nasıl etkilendiğini sorguluyor.  

Bilim dünyasının saygın isimlerinden Àlex Gómez-Marín, bilimsel yayıncılığın işleyişine dair sert eleştirilerle dolu bir makale kaleme aldı. Makalesinde, bilimsel yayıncılık sisteminin artık bilimin ilerlemesini sağlamaktan çok, bireylerin kariyerlerini ilerletmeye yönelik bir araç haline geldiğini savunuyor. Daha da çarpıcı bir şekilde, bu sistemin milyonlarca dolarlık bir Ponzi şeması olduğunu ifade ediyor. “Bilimi yavaş yavaş öldüren bir şey var,” diyen Gómez-Marín, sorunun sadece bilim dünyasında değil, bilimin halka sunulma biçiminde de yattığını belirtiyor. 

Bilim ilerlemiyor, kariyerler ilerliyor 

 Gómez-Marín, bilimsel yayıncılığın kariyer odaklı yapısına dikkat çekiyor. Ona göre, bilim insanları doğayı anlamaktan çok, prestijli dergilerde nasıl yayın yapacaklarına odaklanmış durumdalar. Bu durumu şu sözlerle özetliyor: “Bilimsel topluluk, aslında bilimsel bir kast sisteminin gizli bir ifadesi haline gelmiştir. Kişisel hırs bazen keşfi tetikleyebilir ve çalışmalarımızın takdir edilmesini isteriz; ancak akademik dünya adeta bir açlık oyununa dönüşmüş durumda: yayımla ya da yok ol. Eskiden doğayı anlamak gibi bir amacımız vardı; şimdi ise ‘Nature’ dergisinde nasıl yayımlanırız diye düşünüyoruz! Kurumlarımızı yiyip bitiren bürokrasi, bilimi daha da köstekliyor. Bu şartlar altında bilim nasıl ilerleyebilir?” 

Bu eleştiri, günümüzde akademik dünyada kariyer yapmak isteyenlerin yaptığı yayınların sayısının, kalitesinden daha önemli olduğunu vurguluyor. Bu süreç, bilimin itibarını zedeliyor ve bilim insanlarını kariyerleri uğruna bilimin özünden uzaklaştırıyor. Yazar bu durum, bilimi yavaş yavaş öldürdüğünü söylüyor. 

“Akademik dünya adeta bir açlık oyununa dönüşmüş durumda: yayımla ya da yok ol.” 

Bir Ponzi şeması 

Ponzi şeması, bir tür dolandırıcılık planıdır ve genellikle yatırımcılara yüksek getiri vaat ederek başlar. Bu sistemde, yeni yatırımcılardan toplanan paralar, mevcut yatırımcılara ödenir. Ancak bu döngü sürdürülemez; çünkü yeni yatırımcılar olmadan sistem çöker. Başlangıçta bazı insanlar kazanç sağlasa da, en sonunda çoğu kayıplar yaşar. 

Gómez-Marín, bilimsel yayıncılık alanındaki eleştirilerinin merkezinde bu Ponzi şemasına benzer bir yapı olduğunu belirtiyor: “Bilimsel yayıncılık, vergi mükellefleri ve bilim insanlarının kendileri pahasına milyonlarca dolarlık bir Ponzi şemasına dönüşmüştür.” Bu durum, araştırmacıları ve toplumu sömüren bir yapı yaratıyor. Bilim insanları, çalışmalarını yaymak için yüksek ücretler ödemek zorunda kalırken, bu maliyetler genellikle kamu fonları veya araştırma bütçeleri üzerinden karşılanıyor. 

Akademik dergilerin, bilim insanlarından yüksek ücretler talep ettiğini belirten Gómez-Marín, bu durumu bilimsel ilerlemeye bir darbe olarak görüyor. Üstelik bu dergilerde yayınlanan makalelerin çoğu zaman nesnel ve eleştirel bir değerlendirme sürecinden geçmediğini, özellikle mevcut dünya görüşlerine aykırı olan sonuçların sansürlendiğini söylüyor. “Editöryal kontrol ile sansür arasındaki çizgi ince, hatta kesik.” diyerek bilimsel dergilerdeki taraflılık riskine de işaret ediyor. 

Bilim diyor ki… 

Gómez-Marín’in eleştirileri yalnızca bilimsel yayıncılık ile sınırlı değil. Bilim iletişiminin de toplumu manipüle etmek için bir araç haline geldiğini iddia ediyor: “Bilim iletişimi, kamuya bilimsel gerçekleri sunmaktan ziyade bir propaganda aracı haline geldi. Bugün, ‘uzmanlara güven’ ilkesi pek çok kişi için anlamını yitirdi. ‘Bilim diyor ki’ ifadesi, artık çoğu insan için ya her şey ya da hiçbir şey ifade etmiyor.”  

Bilimin bir kamu beyin yıkama mekanizmasına dönüşmesinde, medyanın büyük bir sorumluluğu olduğunu düşünüyor. Yazar bu durumu şöyle açıklıyor: “Merakı kesinlik ile değiştiriyorlar. Bilime dair dar ve dogmatik görüşlerini ‘bilim’ ile özdeşleştiriyorlar.” Medya, bilimsel bilgiyi halkla paylaşırken, genellikle dogmatik bir şekilde hareket ediyor ve bilimin geniş perspektifini daraltarak topluma sunuyor. Bu, hem bilime olan güveni zedeliyor hem de bilimsel bilgilerin daha fazla sorgulanmasına neden oluyor. Özellikle COVID-19 pandemisinden sonra, bilime duyulan güvenin sarsıldığı bir gerçek. Bazı insanlar bilimsel tavsiyeleri sorgularken, diğerleri bilime tam anlamıyla güvenmeyi sürdürüyor. Ancak her iki durumda da bilimsel otoritelere olan güvenin zayıfladığı görülüyor. 

“Merakı kesinlik ile değiştiriyorlar. Bilime dair dar ve dogmatik görüşlerini ‘bilim’ ile özdeşleştiriyorlar.”  

Sabit fikirlerin tekrarından başka bir şey değil. 

Gómez-Marín, bilimsel topluluğun gittikçe daha dogmatik hale geldiğini ve bu yapının yeni düşüncelere, alternatif bakış açılarına karşı kapalı olduğunu belirtiyor. Ona göre, bu durum bilimsel ilerlemenin önündeki en büyük engellerden biri. Bilimin özgür düşünce ve merak temelli olması gerektiğini vurgularken, mevcut akademik yapının yenilikçi ve radikal görüşleri bastırdığını iddia ediyor. 

Yazar, akademik kariyer yapılarına ve bilimin nasıl finanse edildiğine yönelik derin bir eleştiride bulunuyor: “Finansman sağlamak için başvurulan projeler, çoğu zaman mevcut paradigmaya aykırı düşen her şeyi reddediyor. Bu da bilimi durduruyor, onu sabit bir çerçevede tutuyor.” Gómez-Marín, bu ortamın yenilikçi fikirlerin doğmasını engellediğini, sadece kabul gören kalıpların dışına çıkmayan çalışmaların desteklendiğini ifade ediyor. 

Bilimin yaratıcı doğasını kaybettiğini savunan yazar, bu dogmatik yapının bilimsel ilerlemenin önünü tıkadığını ve yeni keşiflere kapı açacak özgür düşünceyi kısıtladığını şu cümleyle özetliyor: “Bilim, bir zamanlar bilinmeyeni keşfetme arzusuyla yönlendirilirken, şimdi sabit fikirlerin tekrarından başka bir şey değil.” 

Umut ışığı ya da sistemin kurbanı “genç bilim insanları” 

Ancak Gómez-Marín, tüm karamsar tablonun içinde genç bilim insanlarının bu dogmaları yıkabileceğine dair umut taşıyor. Yeni nesil araştırmacıların daha özgür düşünceye sahip olabileceğini ve bilimsel kariyerlerini sistemin dışına çıkarak inşa edebileceklerini söylüyor. “Genç nesiller mevcut dar düşünce yapısına karşı direnç gösteriyorlar.” diyerek yeni neslin farklı bir perspektif getirebileceğine inandığını dile getiriyor. 

Ancak yazar, genç bilim insanlarının da sistemin cazibesine kapılma tehlikesi taşıdığını vurguluyor: “Aslında, geleceğin bilim insanları en fazla beyin yıkanmış olanlardır, çünkü akademik sistemde yükselme basamakları, yanlışların ödüllendirildiği bir yolculuktur. Bu sorun, akademi, gazetecilik ve eğitim üçgeninde kökleşmiş bir endüstriyel kompleksin ürünüdür.” Yazar, bu durumu mevcut bilimsel yapının genç araştırmacılar üzerindeki baskılarıyla ilişkilendiriyor ve akademik sistemin genç bilim insanlarını da içine çekebileceğini söylüyor. 

“Aslında, geleceğin bilim insanları en fazla beyin yıkanmış olanlardır, çünkü akademik sistemde yükselme basamakları, yanlışların ödüllendirildiği bir yolculuktur.” 

Gómez-Marín henüz dünyayı tam olarak anlamadığımızı ve bilimi çökmekten kurtarmamız gerektiğini söylüyor ve umudu geleceğin bilim insanlarına bağlıyor: “Bu zihniyeti reddedip, bilimi hem içeriden hem dışarıdan çöküşe gitmekten kurtarmalıyız. Gerçek şu ki, hiçbir uzman ‘gerçeği’ gerçekten bilmiyor. Kimse dünyada tam olarak ne olup bittiğini anlamış değil. Yaşadığımız dünya vahşi, tuhaf ve harika. Geleceğin bilim insanının entelektüel alçakgönüllülüğe, epistemik esnekliğe ve metafizik samimiyete ihtiyacı var.” Yazar sözlerini bir çağrıyla sonlandırıyor ve genç nesli bilimi yeniden canlandırmaya çağırıyor: “Artık uyanmanın, ayağa kalkmanın ve sahte anlatıları ifşa etmenin zamanı geldi. Farklı bir oyunu oynayalım ve farklı bir hikayeyi dile getirelim. “Gerçeği” arayalım ve onu elimizden geldiğince dürüst bir şekilde ifade edelim. Zamanı geldi. Bilinmeyene doğru adım atan yolcular olalım, sabitlenmiş ideolojilerin tutsağı değil. Fikirlerin sahnesinde ustalaşabilir, aynı zamanda bilimin perde arkasındaki gerçekleri de dürüstçe anlatabiliriz. Bilim adına dogma vaaz etmek, toplumun kalbine saplanmış bir hançerdir.” 

“Bilim adına dogma vaaz etmek, toplumun kalbine saplanmış bir hançerdir. 

Kaynak: IAI News