Araştırmalar, beynin en yoğun çalıştığı anlarıyla dinlendiği anlar arasında tükettiği enerjinin çok da farklı olmadığını gösteriyor.
Araştırmalar, beynin en yoğun çalıştığı anlarıyla dinlendiği anlar arasında tükettiği enerjinin çok da farklı olmadığını gösteriyor.
Yoğun bir günün ardından koltuğa uzanıp televizyon karşısında dinlenmek birçok kişi için rahatlatıcı bir an olabilir. Ancak bu sırada beyin, sandığınız kadar dinlenmiyor. Avustralya’daki Monash Üniversitesinden sinirbilimci Sharna Jamadar ve ekibinin yürüttüğü araştırmaya göre, beynimiz dinlenme halindeyken bile en yoğun düşünsel faaliyetlere göre yalnızca yüzde 5 daha az enerji harcıyor. Yani odaklanma, karar verme gibi zihinsel süreçler, beklenildiği kadar yüksek enerji tüketmiyor.
Bu bulgular, zihinsel yorgunluğun kaynağını sorgulamamıza neden oluyor. Eğer düşünmek daha fazla enerji gerektirmiyorsa, neden kendimizi bilişsel çaba harcadıktan sonra bu kadar tükenmiş hissediyoruz?
Uzmanlara göre bu durum, beynin evrimsel olarak şekillenmesinden kaynaklanıyor. İnsan beyni yalnızca düşünmek için değil, aynı zamanda vücut sıcaklığından kan şekerine, kalp atışından solunuma kadar hayati işlevleri dengelemek için de sürekli çalışıyor. Yani beyin, bizi hayatta tutmakla meşgulken bir yandan da çevresel değişiklikleri tahmin etmeye ve bu doğrultuda bedensel kaynakları yönetmeye odaklanıyor.
Bu da gösteriyor ki beyin, yalnızca bilişsel bir organ değil; aslında düşük enerjiyle yüksek verim sağlamaya evrimleşmiş, son derece karmaşık bir yaşam destek sistemi. Zihinsel yorgunluk hissi ise, enerjiyi gereksiz yere harcamamızı engelleyen evrimsel bir sinyal olabilir.
Geçmişte nörobilimciler daha çok problem çözme, karar verme, dikkat ve hafıza gibi “dışa dönük” zihinsel faaliyetlere odaklanıyordu. Ancak son yıllarda yapılan çalışmalar, beynin esas olarak bu tür düşünce faaliyetlerine değil, vücudu ayakta tutmaya yönelik içsel işleyişlere odaklandığını ortaya koydu. Harvard, Northeastern ve Monash Üniversitesi gibi okullardan uzmanlara göre beyin, enerji harcamasının büyük kısmını düşünmekten çok, vücuttaki organların birbiriyle uyumunu sağlamak ve hayati işlevleri düzenlemek için harcıyor.
Beynimizin sürekli aktif olan “varsayılan mod ağı” adı verilen bir sinir ağı, biz dış dünyaya odaklanmadığımız zamanlarda bile çalışıyor. Bu sistem sayesinde geçmişi hatırlıyor, geleceği planlıyor, açlık, kalp atışı, kan şekeri ve vücut ısısı gibi sayısız değişkeni fark etmeden izliyor ve yönetiyoruz. Bu karmaşık denge hâli, bilim insanlarının “homeostaz” adını verdiği bir durumu sürdürüyor. Küçük bir dengesizlik bile yaşamı tehdit edebilir.
Beyin vücut ağırlığımızın yalnızca yüzde 2’sini oluşturmasına rağmen, toplam enerjimizin yüzde 20’sini harcıyor. Bu oran bebeklerde yüzde 50’ye kadar çıkabilir. Bu enerjinin büyük kısmı, hücrelerimizin oksijen ve glikozdan sentezlediği ATP (adenozin trifosfat) adlı molekül sayesinde sağlanıyor. Beyin dokusunu 400 mil uzunluğunda damar ağı besliyor. ATP, nöronlar arası elektriksel iletişimi sağlıyor ve beyin hücrelerinin ateşlenmeye hazır şekilde kalması için gereken “membran potansiyelini” sürdüren ana enerji kaynağı.
Bu sistemin işleyişi düşünüldüğünde, beynin neden bu kadar enerjiye ihtiyaç duyduğu anlaşılıyor. Ancak işin şaşırtıcı kısmı, araştırmaların gösterdiği üzere, odaklanmış bir zihinsel görev sırasında bile enerji kullanımının yalnızca yüzde 5 artması. Kalan yüzde 95’lik enerji, beynin “boşta” sayıldığı anda bile arka planda gerçekleştirdiği faaliyetlere gidiyor.
Yani aslında günün sonunda zihinsel olarak tükenmiş hissetmenizin nedeni, enerji rezervinizin bitmiş olması değil. Northeastern Üniversitesinden sinirbilimci Jordan Theriault’a göre bu his, enerji kaynaklarımızı koruma yönünde evrimsel olarak geliştirdiğimiz bir “uyarı” sisteminin sonucu. Geçmişte, enerjinin kıt olduğu zamanlarda yaşayan atalarımız için yüzde 5’lik bir artış bile hayati fark yaratabiliyordu. O yüzden beyin, enerjiyi dikkatle kullanacak şekilde evrimleşti ve kendini yormamaya programlandı.
Weill Cornell Medicine-Qatar’dan sinirbilimci Zahid Padamsey’e göre ise beyin, bilgiyi en hızlı şekilde iletmek üzere değil, “en az enerjiyle en çok bilgiyi” iletecek şekilde optimize edildi. Bu nedenle nöronlar, teorik olarak saniyede 500 kez sinyal gönderebilecekken, ortalama sadece saniyede 4 kez sinyal gönderiyor. Bu da beyin için enerji tasarrufu sağlıyor ama bilgi aktarımını yavaşlatıyor. Beyin, “birim ATP başına maksimum bilgi” iletmek için çalışıyor. Kısacası, hızdan çok verimlilik öncelikli.
Zihin motoru: Karmaşık ama ergonomik
Sonuç olarak beyin, düşündüğümüzden çok daha az enerjiyle çok daha fazla iş yapıyor. Bu karmaşık sistem, hem vücut işleyişini sürekli düzenliyor hem de çevremizi algılayıp anlamamıza yardımcı oluyor. Gün sonunda tükenmiş hissetmemiz ise beynin enerji kullanımını sınırlayan evrimsel geçmişinin bir mirası.
Modern dünyada kalorilere kolay erişimimiz var belki ama beynimiz hala kıt kaynaklara göre tasarlanmış gibi çalışıyor. Bu nedenle, düşünmenin sizi neden bu kadar yorduğunu merak ettiğinizde, cevabın enerji tüketiminden çok enerji tasarrufuna dayandığını unutmayın.
Kaynak: Quanta- Magazine