Ağlama üzerine kurulu dijital bir dünya: Sadbait nedir?
Özel haber: Sosyal medya platformlarında depresif ve melankolik içerikler sadece dikkat çekmekle kalmıyor, aynı zamanda milyonlarca etkileşim alıyor. Algoritmalar mı, insan doğası mı, yoksa dijital yalnızlık mı? 2NNews, sadbait estetiğinin yükselişini uzmanlarla birlikte inceliyor.
TikTok’ta 2024 yılında yüz milyonlarca kez izlenen “corecore” videoları, izleyicilere melankoliyle karışık bir anlam arayışı sunmuştu. Hüzünlü müzikler eşliğinde, savaş görüntüleri, yalnız insanlar ve eski film sahneleriyle örülen bu kolajlar; sadece duygulara değil, algoritmalara da hitap ediyordu. Akımların isimleri değişse de sosyal medyada duygusal içerikler eksilmedi, hatta fazlalaştı.
Görünürde sadece bir duyguyu paylaşmak gibi duran bu içerikler, aslında dikkat çekmenin en yeni yollarından biri. Üstelik bu paylaşımlar yalnızca samimiyetle yapılmıyor, bazı içerik üreticileri ağlamayı öğrenmek için video dersleri bile izliyor.
TikTok ve Instagram’da giderek artan bu içerik türüne ‘sadbait’ deniyor. Amaç basit; izleyicinin dikkatini, üzüntü ve hüzün yoluyla çekmek. Gözyaşlarını kaydeden fenomenler, yapay zeka tarafından üretilmiş ağlayan çocuklar ya da depresif müzikle harmanlanmış acı dolu kolajlar… Hepsi, bu yeni dijital estetiğin parçaları.
İzleyicilerin bir kısmı bu içeriklerle gerçekten empati kurarken, bir kısmı da onları “cringe” olarak yeniden paylaşıyor. Ama algoritmalar için niyet fark etmiyor, videoyu izlemek algoritma için yeterli oluyor. Peki, bu duygusallık neden bu kadar dikkat çekiyor? İzleyiciyi ekrana kilitleyen şey gerçekten empati mi, yoksa algoritmaların duygularımızı okuması mı?
Martin Seligman ve ekibinin X platformunda yaptığı araştırma, insanların iyi oluş ve mutlulukla ilgili haberlere daha az ilgi gösterdiğini ortaya koyuyor. Buna karşın, kriz, kaos ve belirsizlik yaratan stresli haberlere daha çok tıklanıyor ve bu tür içeriklerde daha uzun süre vakit harcanıyor. Yani insanlar depresif içeriklere yönelmeyi tercih ediyor.
Neden depresif içeriklere yöneliyoruz?
Sosyal medyada üzücü içeriklere olan ilginin ardında yalnızca algoritmaların manipülasyonu yok. Klinik psikolog Mehmet Büyükçorak’a göre bu içeriklere yönelmemizin temelinde, insan doğasına özgü bazı psikolojik ihtiyaçlar yatıyor.
Klinik Psikolog Mehmet Büyükçorak
Büyükçorak bu yönelimlerin ilkini Anlam Arayışı ve Travma Sonrası Gelişme olarak adlandırıyor. “Çalışmalar, zorlayıcı deneyimlerin, bireylerin yaşamlarında daha derin anlamlar bulmalarına katkı sağladığını gösteriyor. Dramatik içerikler bu anlam arayışını tetikleyebilir. Bundan dolayıdır ki, yaşamında herhangi bir ‘olumsuzluk’ olmamasına rağmen, kişi olumsuz duyguların sarmalına girerek orada bir anlam yaratma çabası ve devinimine girişir.”
Bu yönelimin bir diğer boyutu da duygusal zenginlik. Pozitif psikolojiye göre psikolojik dayanıklılığı yalnızca “iyi” duygular değil, geniş bir duygusal yelpazeyi deneyimlemek sağlıyor. Büyükçorak şöyle devam ediyor: “Olumsuz duygularla sağlıklı bir şekilde yüzleşmek ve onlardan öğrenmek esenliği destekler. Bir diğer deyişle; duygusal zenginliği ve mutluluğu artıran şey Pollyanna’cılık oynamak asla değildir.”
Kullanıcıların hangi içeriklerle ne zaman etkileşime geçtiğini analiz eden algoritmalar, bireylerin o anki duygu durumlarına hitap eden içerikleri öne çıkarmaya başlıyor. Bu da, insanların kendi duygusal filtrelerinden geçmiş, kişiselleştirilmiş bir içerik balonu içinde yaşamalarına neden oluyor.
Burada sosyal medya algoritmalarının işleyişi kritik bir rol oynuyor. Sosyal Medya Uzmanı Ahmet Balat,, “Sosyal medya platformları temel olarak insanların platform içindeki etkileşimlerinin içeriğine göre kullanıcılara öneri içerikler gösterir.” diyor.
Balat sosyal medya algoritmalarının kullanıcıları nasıl etkilediğine dair şunları söylüyor: “Günlük ve anlık duygu durumlarımız etkileşime geçme süreçlerimizi şekillendiriyor, böyle bir durumda da algoritmalar bize kendi duygu durumlarımızla ortak olan kişilerin paylaşımlarını göstermeye odaklanıyor. Bunun en somut örneğini seçim sonuçlarında da görebiliyoruz. Kendi etkileşim balonunun farkında olmayan kullanıcılar maalesef manipüle olmaya çok müsait bir hale geliyor.”
Sosyal Medya Uzmanı Ahmet Balat
Depresif içerikler ruh sağlığımızı etkiliyor mu?
Sosyal medyada hızla yayılan sadbait içerikler, duygusal yoğunluğu yüksek ancak çözüm sunmayan yapılarıyla kullanıcıların ruh sağlığını zorluyor olabilir. Büyükçorak, bu tür içeriklerin bireylerin duygusal regülasyon becerilerini etkilediğini belirtiyor. Duygusal regülasyon, olumsuzlukları bastırmak ya da sürekli iyi hissetmeye çalışmak değil. Aksine, olumsuz duyguların da diğer tüm duygular gibi kabul edilip, onlarla sağlıklı bir ilişki kurularak yaşam sürecine dahil edilmesine deniyor.
Büyükçorak’a göre bu noktada psikolojinin sunduğu başlıca destek mekanizmalarından biri Duygusal Öz Farkındalık. Duyguların farkına varmak ve onları tanımak, kişinin medya karşısındaki direncini artırabiliyor. Büyükçorak duygusal okur yazarlığın öneminden bahsediyor. “Nasıl ki dijital okur yazarlık diye bir kavram var hayatımızda, bilmediğimiz teknolojik gelişmeleri bilmek ve anlamak için farkındalık geliştiriyoruz, aynısı duyguları bilmek ve anlamak için de mevcut.”
Psikolojideki Öz Belirleme Kuramı, bireyin kendi iç motivasyonuyla yaptığı eylemlerin ruhsal iyi oluşu desteklediğini öne sürüyor. Ancak sadbait içerikler, bu içsel dengeyi sekteye uğratabiliyor. Bu nedenle Büyükçorak’a göre bireyin, dış etkiler yerine kendi değerlerine kulak vermesi ve onlara göre yön belirlemesi daha sağlıklı bir yaklaşım olabilir.
Sosyal medyanın duygulara etkisi
Sosyal medyanın bireylerin duygusal deneyimleri üzerindeki etkisi, doğru kullanıldığında pozitif psikolojik gelişimi destekleyebiliyor. Ancak Büyükçorak’a göre, “otomatik ve farkındalıksız kullanımlar duygusal sığlaşmaya yol açabilir.” Bu durum, bireylerin duygusal derinlik ve zenginlikten uzaklaşmasına neden oluyor.
Pozitif psikoloji perspektifinden bakıldığında, anlamlı bir yaşam sürmek için bireyin içsel değerleriyle uyumlu bir hayat sürdürmesi kritik. Büyükçorak, “Sosyal medyada ‘gerçek benliğe’ yakın paylaşımlar yapmak, öz saygıyı artırır ve anlam duygusunu besler” diyor. Ancak sosyal medyada sürekli kıyaslamalara girip, “kendi içsel değerlerine uygun olmasa dahi bir takım dışsal değerleri kendisine yedirmeye çalışarak kişi aslında kendisinden uzaklaşmaya başlıyor.” Bunun sonucunda “anlık olarak etkileşimin verdiği hazdan dolayı kendisini ‘mutlu’ hissedebilir ama, uzun vadede mutsuzluk garanti edilmiş oluyor.”
Sosyal medya üzerinden pozitif duyguların yayılması da önemli bir konu. Büyükçorak, “şefkat, umut, takdir gibi pozitif duygular yayılabilir ve bu tür tutumlar esasında artırılmalıdır” vurgusunu yapıyor. Ancak sosyal medya platformlarının, insanların negatif içeriklere daha fazla odaklandığını bildiği için “iyi-olma halinin ve bu anların paylaşımının çok da gündeme gelmesini istemediklerini” ifade ediyor.
Platformların algoritmaları yalnızca kullanıcı alışkanlıklarına değil, duygusal tepkilere de odaklanarak bireyleri daha uzun süre çevrimiçi tutmayı hedefliyor. Bu durum, kullanıcıların kendilerini iyi hissettikleri, kendilerinden bir şeyler buldukları içeriklere yönelmesini teşvik ediyor. Platformlar için önemli olan, kullanıcıların mümkün olduğunca sistemde kalması; çünkü geçirilen her dakika, reklam gösterim sayısını ve buna bağlı gelirleri artırıyor. Balat bu durumu şu sözlerle özetliyor: “Platformların ilgilendiği tek şey sizin öyle ya da böyle sistemde daha uzun süre vakit geçirmeniz. Bunun için her şeyi yapıyorlar o yüzden sizin medya okuryazarlığınızı artırmanız gerekiyor.”
Sadbait içerikler yalnızca bireysel duyguların değil, kolektif ruh halimizin de algoritmik bir yansıması. Ancak sosyal medyada neyin gerçek neyin sahte olduğunu ayırt edebilmek, duygusal zekanın ve dijital okuryazarlığın ayrılmaz bir parçası haline geliyor. Büyükçorak şöyle diyor: “Nasıl ki biyolojik olarak gıdaları seçerken bedenimize sokacağımız ürünlerde ki katkı maddelerini detaylıca inceliyoruz, zihnimize, içimize ve gönlümüze aldığımız içeriklere de aynı hassasiyeti göstermemiz gerekiyor. Zararlı kimyasallar midemizi, zararlı ve uygun olmayan online içeriklerde duygularımızı zehirler.”