Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle artan küresel çatışma riski, ABD’yi nükleer silahları konusunda yakın geçmişten farklı politikalar izlemeye yöneltiyor.
Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle artan küresel çatışma riski, ABD’yi nükleer silahları konusunda yakın geçmişten farklı politikalar izlemeye yöneltiyor.
İkinci Dünya Savaşı ardılı başlayan ve Sovyetler Birliği’nin 1991’de dağılmasıyla sona eren Soğuk Savaş’tan bu yana ABD, nükleer cephanesini küçültse de artan küresel çatışma riski ile rakip ülkelerin nükleer silahlanması ile yeni bir nükleer strateji oluşturma ihtiyacıyla karşı karşıya bulunuyor. Nükleer silahlanma yarışındaki bu değişim, Washington’u savunma planlarını yeniden gözden geçirmeye zorluyor.
Pentagon, 2024 Ağustos ayında, nükleer gerilimin azaltılması döneminin sona erdiğini açıkladı. Bu açıklamanın ardından, ABD Başkanı Joe Biden’ın önceki Mart ayında Çin, Rusya ve Kuzey Kore’ye yönelik olası çatışmalara hazırlık için ABD güçlerine talimat verdiği ve son derece gizli bir nükleer stratejik planını onayladığı ortaya çıktı.
Bu gelişmeler, dünyanın yeni bir nükleer silahlanma yarışına girdiğinin sinyallerini veriyor. NPR’a konuşan nükleer uzmanı James Acton, “Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonraki 20 yılda cephanelikler küçüldü ve silahlar kontrol altına alındı, ancak değişim başlıyor.” diyerek, bunun başlıca nedeninin Çin’in nükleer cephanesinin büyümesi olduğunu öne sürdü.
Economist gibi dergilerdeki yazılarda adı yalnızcı (izolasyonist) olmakla ve kaynak yoksunluğu ile anılan ABD, çok-kutuplu dünyada artan nükleer tehditlerle yüzleşmek zorunda. Amerika’nın bu yeni zor sınavında uzmanlar, ABD’nin nükleer cephanesini büyütmesi öte yandan da müttefiklerinden destek alması gerektiğini söylüyor. Aksi durumda müttefik ve düşman ülkelerdeki nükleer silahların yayılması kontrolsüz hale gelecek ve bu sadece ABD için değil dünya için bir soruna evrilecek.
Nükleer aktörler
ABD’nin odak noktasını Uzak Doğu Asya’ya kaydırmasına neden olan Çin’in ülkenin kuzey bölgelerinde yüzlerce füze silosu inşa ettiği öne sürülüyor. ABD’nin 5 binden fazla nükleer silahı varken, Çin’in sadece 500 kadar. Ancak sayının şimdilik az olması ABD’nin Çin tehdit algısını değiştirmiyor. Çin’in nükleer kapasitesinin sürekli ve hızlı bir şekilde artması da bunu doğrular nitelikte. The Economist’e göre, Çin’in nükleer cephaneliğinin 2035’e kadar en az bine çıkabileceği öngörülüyor.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, ülkesinin nükleer silah kapasitesiyle açıkça övünmekten kaçınmıyor ve hatta daha fazla füzeyi NATO’ya çevirmekle tehdit ediyor.
Rusya, yeni nükleer teknolojiler üzerinde çalışmasının yanı sıra eski nükleer silahları da modernize ediyor. Ağustos ayında Rusya’nın yeni nükleer füzesinin muhtemel fırlatma sahası görüntülendi. Rusya’nın filosunda yaklaşık 5 bin nükleer silah bulunuyor.
Uzun zamandır Kuzey Kore de nükleer çalışmalarına devam ediyor. Yapılan nükleer testlerinde başarısız olsa da Kuzey Kore çalışmalara devam edecek gibi görünüyor.
Batı medyası özellikle son dönemde İran’ın İsrail’e elinde bulunduğu iddia edilen nükleer ile saldıracağını yazsa da İran’ın dini lideri Hamaney, 2012’deki açıklamasıyla nükleer konusunda net bir duruş sergilemişti. Hamaney, açıklamasında “İran İslam Cumhuriyeti düşünce, görüş ve fıkhı (dini) açıdan nükleer silaha sahip olmayı büyük günah olarak biliyor.” diyerek bu tarz silahları bulundurmanın zararlı ve tehlikeli olduğuna inandıklarını dile getirmişti.
Aynı zamanda İran, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) daimi üyeleri ABD, Rusya, Çin, İngiltere, Fransa, Almanya (5+1) ile 2015’te Tahran’ın nükleer faaliyetlerinin düzenlendiği ve denetim altına alındığına dair bir anlaşma imzaladı. 2018’de dönemin ABD Başkanı Donald Trump, Beyaz Saray’da düzenlediği basın toplantısında anlaşmanın ABD için büyük bir utanç olduğunu ve İran ile yapılan anlaşmadan çekildiklerini açıklamıştı. İran ise 5 Ocak 2020’de Trump’ın talimatıyla General Kasım Süleymani’nin öldürülmesinin ardından anlaşmadaki tüm taahhütlerini askıya aldı.
Anlaşmanın feshiyle başlayan dönemde İran uranyum zenginleştirme tesislerine önem verdi. Çalışmalar hakkında konuşan İran Atom Enerjisi Kurumu Başkanı Muhammed İslami, ABD’nin İran’a yönelik yaptırımlarının ortadan kalkması için yüksek düzeyde uranyum zenginleştirdiklerini ve ülkesinin nükleer programının askeri amaçlı olmadığını söyledi.
ABD’nin önde gelen düşünce kuruluşlarından American Enterprise Institute, nükleer gerilime dair yayınladığı analizde, farklı aktörlerin nükleer güç haline dönüşmesiyle birlikte dünyadaki dengelerin tamamen değişebileceğine dikkat çekti. Ayrıca aynı makalede Doğu Avrupa’dan Doğu Asya’ya kadar çok sayıda ülkenin, nükleer silah sahibi olmak konusunda bir seçim yapmak zorunda kalabileceği tespiti yapıldı.
ABD’nin yol haritası
ABD’nin son dönemdeki hamleleri nükleer silahsızlanma politikalarından farklı bir yöne kaydığını gösteriyor. Soğuk Savaş sonrası caydırıcılığını sürdürmek istemesine rağmen ABD cephaneliğini bu süreçte zayıflattı. ABD eski Başkanı Barack Obama, 2009’da “nükleer silahların olmadığı bir dünya” umuyordu. ABD Başkanı Joe Biden, başkan olduğunda, selefi Donald Trump yönetiminin ardından silah kontrolünü yeniden canlandırmayı amaçlıyordu. Ancak Mart ayında yaptığı gizli anlaşma, bunun aksi politikaları izlediğini gösterdi.
ABD’nin 15 Eylül 2021’de Avustralya ve Birleşik Krallık ile birlikte imzaladığı üçlü güvenlik paktı (AUKUS) çalışmaları devam ediyor. Son olarak Temmuz ayında Avustralya, ABD ve Birleşik Krallık AUKUS denizaltıları için nükleer transfer anlaşması imzaladı.
Aynı zamanda Birleşik Krallık ile ilk kez 1958’de imzaladığı nükleer silah işbirliği anlaşmasını da süresiz olarak uzatmayı planlıyor. Uzmanlar, bu uzatmayı Rusya-Ukrayna savaşına ve genel tehditlere bağlıyor.
Diğer yandan seçimi kazanması halinde, ABD eski Başkanı Donald Trump’ın Amerika’yı nükleer tehditlere karşı korumak için İsrail’de bulunan “Demir Kubbe” gibi bir füze kalkanı inşa edeceği iddia ediliyor.
Dünya, yeni bir nükleer silahlanma yarışının ortasında ve bu yarış, küresel istikrarı tehdit ediyor. Dünyanın en büyük nükleer enerji üreticisi ABD’nin bu yarışta nasıl yol izleyeceği gelecekteki barış ve güvenlik dengelerinin belirleyicisi gibi görünüyor.
Kaynaklar:
The Economist, NPR, New York Times, American Enterprise Institute, AA